Enver Çamdal ve Cam Fanusu

3445 Kez Okundu





Enver Çamdal ve Cam Fanusu  

Boyalar ve camlarla yoğrulup örülmüş, üstü camlarla kapatılmış bir küçük dünya sanki Onun dünyası. İçedönük yapısı içeri girmeye pek izin vermiyor. Dokunsanız kırılacak gibi. Ama biz usulca açtık kapısını. Onu tanımak, sizlere de tanıtmak için…

Atölyesinden içeri adım attığımızda bir renk cümbüşü içinde bulduk kendimizi. Duvarlarda asılı binbir cam boncuk bize göz kırpıyordu sanki. Üzerlik dediğimiz küçük yuvarlak bitkilerden yapılmışını görmeye alıştığımız nazarlıklar, bu kez renkli cam parçacıklardan oluşturulmuştu ve çepeçevre atölyenin duvarlarını süslüyordu. Raflarda çeşitli boyutlarda özgün cam tabaklar, aynalar, cam panolar, sehpalar, masa üstleri vardı. Bugüne dek gördüklerimizden farklı çalışmalar oldukları hemen farkediliyordu. İlk tanıştığımızda sohbet arasında köy kökenli olduğunu, daha sonraki yıllarda Avustralya’da uzun yıllar kaldığını söylemişti. Kayseri’nin bir köyünden İstanbul’a, İstanbul dan yurtdışına , yıllar sonra anavatana ve şimdi de Bodrum’a uzanan bu yolun, kendi deyişiyle “yorgun savaşçısı”nı tanımak ve ilk günlerden başlayarak öyküsünü dinlemek istedik.

 

 

 

EÇ- 1952 Kayseri doğumluyum. Köy çocuğuyum. İlkokul, ortaokul, öğretmen okulu derken hayatımın çizgisi belli olmaya başladı. Öğretmen okulunda yetenekli öğrenciler belirlenirdi. Ben bu seçilen öğrencilerden biriydim ve İstanbul’daki sınava gönderildim.Sınavı kazanınca İstanbul Çapa İlköğretmen Okuluna girdim. Diğer derslerin yanında haftada 1,5 gün ayrıca resim dersi görüyorduk. Okul bitince köy ilkokul öğretmeni oluyorsun. Ortaokulda resim öğretmeni yoksa yardımcı öğretmen olarak derslere giriyorsun. Mezun olduğum yıl 18 yaşımı doldurmadığım için tayin edilemedim. İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okuluna girdim.1 yıl sonra yaşım dolmuştu ve beni Kayserinin Develi kazası – Yeniköy’üne tayin ettiler. 2 ay köy öğretmenliği yapıp istifa ettim ve okuluma döndüm. 4 yıllık eğitimden sonra serbest olarak çalışmaya başladım.

 

 

 

MB – Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu dekoratif resim bölümünü bitirmişsiniz, ama bu güne dek yaptıklarınıza baktığımda çok yönlü bir sanatçı olduğunuzu görüyorum.

 

 

 

EÇ- Evet bu anlamda okulumuza borçluyuz bu çok yönlülüğü. Klasik resim eğitiminin yanında, sanatı halka açık yerlere de götürebilmek amacını taşıyan bir okuldu. Bu nedenle pek çok farklı teknik öğretildi bize; Mozaik, fresko, değişik malzemelerle kabartmalar, rölyefler… Bu yüzden çok yönlü bir sanatçı oldum ben de . Seramik, heykel,mozaik gibi pekçok dalda eserler verdim.

 

 

 

MB – İlk eseriniz neydi ?

 

 

 

EÇ- 1974 yılında Ankara İş Bankası Merkez binası için bir yarışma açıldı. Bakır dövme bir pano isteniyordu. Proje yarışmasında büyük ödülü kazandım. Ödül de büyük paraydı; 10.000 TL_ ödül aldım. Bu, bir senelik kiramızdan fazlaydı. Oturduğumuz dairenin kirası 700 liraydı.

 

 

 

1975 yılında İstanbul Kadıköy’de Altıyol’daki Ekşioğlu pasajının dış duvarına bir cam

 

 

 

mozaik panosu yapmış. Bugün hala yerinde duran bu panonun önünden her geçişinde, eserinin üzerinde oradan buradan geçen elektrik tellerini gördükçe müthiş canı sıkılıyormuş.

 

 

 

(Sanata saygı duymayı herkese öğretemezsin ki sevgili Enver Çamdal. Sanatçı duyarlılığını herkesin yüreğine koyamazsın ki …)

 

 

 

Sonra 1976 da askerlik girmiş araya. Ama askerliği bitmek üzereyken yine İş Bankasından arayıp bulmuşlar onu. Ankara’ya yaptığına benzer bir çalışmayı bu kez Trabzon için istemişler. 1977 de İş Bankası Bölge binasına 65 m2 lik bakır dövme bir pano yapmış. Bu çalışmadan kazandığı parayla İstanbul Kartal’da bir seramik atölyesi açmış. 1980 yılına kadar bu atölyede çalışmalarını sürdürmüş. Sonra ver elini İngiltere demiş.

 

 

 

MB – İngiltere’ye gitme fikri nasıl doğdu?

 

 

 

EÇ- – Öncelikle dil kurslarına gitmek istediğim için bu kararı aldım. Ama karnımızı da doyurmak gerekiyordu tabii. Londra’daki Coven Garden denen merkezde, Cumartesi, Pazar günleri el sanatları sergileniyordu. Herkes kendine özgü ürettiği işleri sergiliyor burada. Ama herkese izin vermiyorlar. Önce yaptığınız işlere bakıyorlar, eğer özgün olduğuna karar verilirse, size bir stand kiralıyorlar. Burada benim de bir standım vardı Çeşitli hediyelik eşyalar, özgün cam lambalar v.b. satardım. Bu böyle 1 yıl sürdü. Sonra Avustralya’ya gitmeye karar verdim. 1982’de Batı Avustralya’ya gittim. Eyaletin baş şehri Perth’e yerleştim. 1 yıl sonra Sydney’e geçtim.

 

 

 

Röportaja başlamadan önce önüme koyduğu dosyaları karıştırmıştım Onu biraz tanımak için. Avustralya yerel basınından alınma gazete ve dergi kupürleri övgüyle söz ediyordu ondan. Sydney, Melbourne caddelerini süsleyen yapıtlarının fotoğrafları da 18 yıllık emeğin çarpıcı örnekleriydi.

 

 

 

MB– Bir sanatçı olarak kendinizi bu yabancı ülkede kabul ettirebilmeniz nasıl oldu?

 

 

 

EÇ- Orada işleyiş şöyle; örneğin bir belediye, meydanına bir proje yaptırmak istiyor. Gazetelere ilan veriyor. Sanatçılar çeşitli projeler hazırlayıp, dosyalarını gönderiyorlar. İlk elemeden sonra 3-5 proje kalıyor. Onlara belli bir proje parası ödenerek ayrıntılı proje hazırlamaları isteniyor. Sonunda birisi yarışmayı kazanıyor. Ama diğerlerine de proje parası ödendiği için emekleri boşa gitmiyor.

 

 

 

MB – Sizin başlangıç noktanız böyle bir proje mi oldu ?

 

 

 

EÇ- Evet ben Kültür Bakanlığının açtığı bir yarışmada, sanatçıyı desteklemek için verilen grant aldım. Bu; sunduğunuz projeye olumlu baktıklarında , onu gerçekleştirebilmeniz için desteklemek amacıyla verilen bir tür destek bursu.

 

 

 

MB – Projeniz neydi ?

 

 

 

EÇ- Bir dizi mozaik çalışmasıydı. 6 adet pano yaptım.

 

 

 

MB – Sydney’de 5 yıl çalıştıktan sonra, bu kez bir başka kentin caddelerini süslemeyi düşünerek, 1988 yılında Melbourne’e geçmişsiniz.

 

 

 

EÇ- Türk sanatçılarda oluşan 5 kişilik bir sanatçı grubumuz vardı. 9 aylık bir çalışma yaptık. Herkes kendi özgün çalışmasını yaptı; Seramik, resim, bakır dövme gibi… O ürünlerle sergi açıldı. Avustralya’yı dolaşan Türk sanatçıları sergisiydi. Victoria Eyaletinin tüm merkezlerini dolaştık. Yabancı bir ülkede girdiğimiz her yarışmayı kazandık. Kişisel olarak veya grup arkadaşlarımla birlikte pekçok projeye imza attık.

 

 

 

MB – Fotoğraflara bakınca adeta kenti süslemişsiniz diyebilirim sanırım.

 

 

 

EÇ- Gerçekten onlarca, yüzlerce sene kalacak olan eserler bıraktık. “Public art” yani; halka açık yerlere yapılan sanat eserlerine çok önem veriyor yabancılar. Pekçok sanat akademisinde “Çevresel Sanat” diye bir ders var.

 

 

 

MB – Sydney’deki yapıtlarınızı gösteren fotoğraflarda halka açık alanların, parkların, oturma gruplarının süslemeleri bu söylediklerinizi doğrular nitelikte zaten.

 

 

 

• EÇ- Sydney’deki meşhur Bondi semti 1 km uzunluğunda bir bulvardır. 15 – 20m genişliğinde kaldırımları vardır. Üzerinde cafeler, restoranlar, alışveriş merkezleri yer alır . Bulvarın hemen önünde 2 km uzunluğunda bir plaj uzanır. Festivaller burada yapılır. Sydney’de gerçekleşen Dünya Olimpiyatlarında Beach Voleybol karşılaşmaları orada yapıldı.

 

 

 

MB – Bulvardaki tüm eserler size mi ait?

 

 

 

EÇ- Evet, gerçekten önemli bir projeydi. Oturma grupları, göbekler, aydınlatma lambaları çok ince ayrıntılarla dolu.

 

 

 

MB – Cam mozaiklerin konuları da özgün, fotoğraflarda gördüğüm kadarıyla ?

 

 

 

EÇ- Her projemiz kendi içinde özgündür zaten. O bölgenin yaşam biçimi, tarihi geçmişi, etnik yapısı, özgünlüğü eserlere yansır. Projeye başlamadan önce çok geniş bir araştırma yaparız. O bölgede yaşayan halkla görüşürüz. Bölgeye ilişkin dokümanlar toplarız.

 

 

 

MB– Bu dokümanlar arasında bazı fotoğrafları bire bir mozaiklere aktarmışsınız.

 

 

 

EÇ-Evet doğru. Örneğin şu gördüğünüz Bondi Tarihi tramvayı, Bondi flaması, Bondi sahiline özgü kum kayaları, Kadınlar Yüzme Kulübü ( Dünyada ilk kez burada kurulmuş ) mozaikleri bire bir fotoğraflardan çalışıldı.

 

 

 

MB – şžu fotoğraftaki – pardon mozaikteki – sporcular kim ?

 

 

 

EÇ- Onlar Cankurtaran Kulübü üyeleri… Dünyada ilk kez cankurtaran görevi yapan insanlar bu kulüpte buluşmuş. Yörede deniz çok dalgalı, boğulmalar çok…. ayrıca köpek balığı tehlikesi var. Yani cankurtaranlara büyük görev düşüyor. Burada gençler gece yarısı bile yüzer, sörf yaparlar. Bu yüzden halk plajını sürekli gözetim altında tutan cankurtaranlar vardır.

 

 

 

MB – Mozaiklere baktığımda yüzlerindeki ifade o kadar canlı ki, adeta bir fotoğraf karesi gibi.

 

 

 

EÇ- Orijinal fotoğrafların aynısı da ondan.

 

 

 

MB – Peki bir fotoğrafı mozaik olarak uygularken yüz ifadelerini, gülümsemelerini nasıl bu kadar net verebiliyorsunuz?

 

 

 

EÇ- İşte ustalık orda…

 Bunu söylerken asla bir böbürlenme yok. Dudaklarında mütevazı bir gülümseyiş var sadece.

 Yabancı bir ülkede, 18 yıl sanatını konuşturmuş ve sanatçı kimliğini kabullendirmiş bir Türk sanatçısı olarak, neden tekrar yurda dönüş kararı aldığını soruyorum:

EÇ- Tatil için Türkiye ye gelmiştim. O sırada deprem oldu. Ülkeme dönme kararı aldım.”şimdi tam zamanı” diye düşündüm.
 

Sanatçı duyarlılığı bu kararı vermesinde önemli bir etken olmuş ama şimdilerde biraz pişman görünüyor:

 

 

 

EÇ- Aslında pek de uygun bir zaman seçmemişim galiba. Türkiye ekonomik krizde. Kurumlar, özel şirketler siparişler verdiler. Pekçok proje hazırladım, almadılar. Bir telefon edip, “size proje hazırlattık ama kusura bakmayın, ekonomik kriz nedeniyle yaptıramayacağız” bile demediler. Verdikleri randevulara bile gelmediler. Ülkemdeki bu ahlaki yozlaşma beni çok üzdü. (İzmir Agora Alışveriş Merkezi, Ankara Armada Alışveriş Merkezi projeleri hazırlanıp gerçekleşmeyen projeler arasında)

Avustralya’dan Türkiye’ye geldiği 2000 yılından bu yana İzmir’de kurduğu Enver Çamdal Güzel Sanatlar Atölyesinde gerçekleştiremedikleri bir yana, güzel eserlere de imza atmış; İzmir şžirinyer Devlet Hastanesine yaptığı panolar, İzmir şžifa Hastanesine yaptığı panolar, İzmir’de bir villanın tavan aydınlatma panoları, Fatih Terim’in Türkbükü’ndeki evine yaptığı cam vitraylar bunlardan birkaçı…

EÇ- “ Vardı” diyor heyecanla ve ekliyor bu eski sevdanın nedenini: “ Bodrum’un doğal güzelliği…”

Pekçoğumuz çok eski yıllarda düşmedik mi bu sevdaya? Uzak kentlerden kopup gelmedik mi buralara? Bugün yıllar önce vurulduğumuz beyaz badanalı, sessiz sakin beldenin, eski doğal güzelliği yok artık. Bizler yok ettik… Ama ne garip bir sevdadır ki bu, hala Bodrum’u gördüğünde vurulan, sevdalandığı bu kıyılara koşanlar var. Enver Çamdal da bunlardan biri. Torba – Yalıkavak yolu üzerinde, Gündoğan kavşağına varmadan birkaç yüz metre önce, Bodrum Havlu mağazasının altındaki mütevazı atölyesinde sürdürüyor şimdi çalışmalarını. şžimdilik sadece üretiyor. Parası olduğunda, yukarıya yolun kenarına bir showroom açacağını söylüyor. İleriye dönük düşlerini soruyorum.

EÇ- “Yeni projeler üretmek” diyor yeni bir heyecanla. “Bodrumdaki mimarlarla tanışmak istiyorum. Yeni binalara, otellere, özellikle de halka açık alanlardaki eserlere imza atmak istiyorum. En büyük düşüm bu. “

Biz, düşlerinin gerçekleşmesini diliyoruz. Atölyeden uzaklaşırken geriye dönüp baktığımızda duygulanıyoruz: Enver Çamdal… yanında “atölyenin temel direği” dediği, 9 Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi resim bölümü mezunu olan genç eşi Hacer Koca Çamdal ve kucağında 3,5 aylık yavruları Toprak… Bir fotoğraf karesi gibi…

Hadi bir kare de biz ekleyelim düşlere: Enver Çamdal’ın vefalı yardımcılarından biri daha var şimdi yanında… Hayır canım sevgili eşi Hacer değil. O zaten hep vardı. Toprak büyümüş, minik elleriyle O da babasına yardım ediyor.            

Boyalar ve camlarla yoğrulup örülmüş, üstü camlarla kapatılmış bir küçük dünya sanki Onun dünyası. İçedönük yapısı içeri girmeye pek izin vermiyor. Dokunsanız kırılacak gibi. Ama biz usulca açtık kapısını. Onu tanımak, sizlere de tanıtmak için…


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Bodrum Kuş Cenneti

Önceki Yazılar

Bir Bahçe Kuruyorum ‘Gülnar Onay ile Söyleşi

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ