Karakaya Köyü’nde gözlerden ırak pırıltılı yaşamlar Eskilerin tabiriyle ‘Kuş uçmaz, kervan geçmez’ bir köy ‘Karakaya’

3482 Kez Okundu





Eski Bodrum’un artık içinde eskisinden neredeyse taş kalmamış “Karakaya” köyü… Çok tanınan Gümüşlük’e giderken karşınıza çıkan kavşakta tabelayı görürsünüz size sağa doğru yol gösteren “Eski Karakaya” diye… Buraya sapan öyle çok fazla insan yoktur. Yaz aylarında biraz fazlalaşsa da günde beş on aracı geçmez “Eski Karakaya”ya doğru direksiyon kıran… Manzarası güzel, beş on taş evden oluşmuş bir silüet ve ardınızda heybetli bir dağ… Sağda tepede güzel bir ev, solda yamacın karşı yakasında üç dört tane güzel görünümlü taş ev size merhaba der…

 

Birkaç yıl önce buraya gelseydiniz etrafınızda güzel tepeler, yamaçlar, deniz daha pürüzsüz defosuz görünürdü ama bizim işgalci ruhumuz bu güzel görünümü hemen mahvedivermiş ve manzaranın birçok yerinde site evleri karşınıza her yerde olduğu gibi çıkıveriyor.

 

Buna da şükür deyip Karakaya’ya giriyorsunuz…

 

Manzara herşeye rağmen yine güzel. Dağların arasından denizin görünmesi, karşınızda sarılı, pembeli, eflatuni çiçeklerle örtülü yamaçlar, köpek havlamaları, gözünüzü ister istemez kaçırdığınız site evleri ve müthiş bir sessizlik, dinginlik…

 

Belli ki bir yerlerden uzaktasınız…

 

Sessizlik ve dinginlik; Bu iki kelime çok kişi için bir özlemdir ama gerçekleştirmek ve böyle bir yerde yaşamak kolay alınacak bir karar değildir. Ya başınıza buyruksunuzdur, karışanınız yoktur Oral Gönenç gibi ya da Cem Karan gibi yanınıza bu hayata da baş koymuş eşinizi almışsınızdır..

 

Aynı düşünceyi kısa süreli yaşayanlar da böyle yerlere gelip evler yaparlar, nitekim Karakaya’ya da ev yapanlar yok değil ama oturabilen, bu yaşamı sürdürebilen topu topu iki hanedir. Diğerleri yazları, arkadaş gruplarıyla ya da bir kaç günlüğüne ”Karakaya”yı şenlendirir ama onlara Karakaya sakini demek biraz zor…

 

 

 

Karakaya Sakinleri:

 

Karakaya sakinleri deyince hemen iki hane diyoruz… Bir tepede Oral Gönenç, diğer tepede Cem Karan…

 

Her ikisiyle de köy yaşamı üzerine saatlerce konuşulabilir, her ikisiyle de uğraşları konusunda saatlerce konuşulabilir. Ancak her ikisinin de korkusu bir gün insanların burayı istila edeceği ve özelliklerini kaybedeceği…

 

Konuşmayalım “Karakaya”yı diyorlar…

 

“Biz az insanla mutluyuz….”

 

Karakaya Sakinleri Sakin değil…

 

Karakaya sakinleri içine kapanmış bildik köylülerden değil, tam tersi dünyayla barışık, iletişim içinde insanlar… Cem Karan ünlü bir fotoğrafçı. Fotoğrafları tüm dünyayı dolaşıyor, Oral Gönenç, kendi deyimiyle yalnızca “Gönenç” ise Bodrum’u size bir çırpıda anlatıven bir yazar ve fotoğrafçı… İkiside son derece aktif ve yerinde duramıyan sakinlerden…

 

Oral Gönenç:

 

Yazar, Bodrum’un en çok satan kitaplarını yazıyor. Yazdığı yer Karakaya…

 

“Evet, Karakaya’da yaşıyorum. Ancak bu bir inziyava çekilme değil… Burada şimdilik olsa da kendi seçtiğim gibi yaşama olanağım var. Bodrum’un herhangi başka bir yerinde boyun eğmeye zorunlu olduğum inşaat ve trafik gürültüsü, kalabalıklar, disko sesleri ve başka bu gibi çirkinlikler henüz buraya varmadı. Sık sık Karakaya’dan çıkıp yakın veya uzak bir yerlere giderek gözlemler yapıyor, deneyimler yaşıyorum. Döndüğümde mutlaka birkaç tane öykü olacak malzemem oluyor. İlk kitabım ‘Bodrum’da Yeniden’den sonra ‘Ege Kokan Öyküler’i de böyle hazırladım. Sırada başkaları da var.” diyor Gönenç, evinde kahve içerken… İsmi Oral olmasına rağmen “Gönenç” denmesinden hoşlanıyor… Minimal ölçülerde bir ev ve kendi gereksinimlerini karşılayacak kadar küçük… “Keşke daha küçük olsa”diyerek söylemekten kendini alamıyor. Masasında bilgisayarı, interneti ve telefonu… Ama televizyonu yok… Kendisine odaklanmayı daha çok seviyor…

 

Elindeki yeni aldığı bir MP3 ses kaydedici göstererek

 

“Bu unutmamamı sağlıyor yolda gezerken, yürürken not alıyorum sonra kağıda döküyorum” derken Bodrum’a ait şeylerin de insanların belleklerinden silinmesinden korktuğunu anlatıyor..

 

“En büyük korkum unutmak, unutulmak. Ancak bu bir eskiye özlem tutkusu değil. Bodrum ve Ege şimdi de güzel. Hızlı değişim beraberinde bir çok şeyi hızla unutturuyor. Sözgelimi benim çocukluğumda çobanlar dağda koyun güderken kaval çalardı. Sonra ellili yıllarda üstüne çiçekli basmadan kılıf geçirilmiş pilli radyo taşıdılar. şžimdi Karakaya’da bizim Osman beline takılı cep telefonu, kulağında MP3 çalar’ı, koyunların peşinden dağa öyle çıkıyor. Hal böyleyken kaval, pilli radyo neden unutulsun? Ben kendi hesabıma yapabildiğim şeyi, bunların bir kısmını öykülerimde canlandırarak belgelemeyi sağlamış oluyor.

 

Özellikle orta yaş insanlarımız şu anda ellerindeki olanaklara o kadar alışıklar ki, bu onlara çok doğal geliyor. Benim Bodrum’da yaşadığım otuz beş yılın öncesi, sonra kendi tanık olduklarım, sonra bir on yıl, yirmi yıl daha geçince olabilecekler düşünüldüğünde insanlar hızlı değişimde kaybolmuş şeyleri kitaplarda, öykülerde bulunca ilgi gösteriyorlar, çünkü bilmiyorlar, okuyunca inanamıyorlar. Sokaktan geçen bir Bodrumluyu çevirin ve sorun: “İlk trafik ışığı ne zaman kondu, ilk kargo şirketi hangi yıl hizmete başladı, ilk supermarket, ilk sinema, ilk uçak seferi, ilk mikro dalga fırını ne zaman aldın, İlk cep telefonu?” Bahse girerim hatırlamayacaktır. Sanıyorum bunların hiç biri on beş yıl önce yoktu.”

 

“Karakaya’da inzivaya çekilmedim” diyen Gönenç eski uğraşı fotoğrafla ilgili ilginç karşılaştırmalar yapıyor…

 

“Fotoğraf benim İstanbul yaşamımda önemli yer tutuyordu. Bodrum’a, Bodrum’un ta kuzeybatı ucundaki Gümüşlük’e yerleştiğimde denedim, fakat fotoğrafı İstanbul’dan uzakta aynı yoğunlukla yapamayacağımı anladım. Bunda yaşam gerçeklerinin de rolü vardı. Yıllar tam kopmadan, ama düşük yoğunlukta fotoğraf çalışmalarıyla, onun yanında daha çok yazarak, kısaca hiçbir anı ve gözlemi, hiçbir deneyimi ziyan ve kaybetmeden geçerken ‘Bodrum’da Yeniden’ ortaya çıktı. Bir taraftan da ‘Ege Kokan Öyküler’in malzemeleri birikiyordu. Bu günlerde daha ciddi olarak fotoğrafla uğraşıyorum. Yazmanın yanında, yazmayla birlikte ikisini de birbirini tamamlar biçimde sürdürüyorum.

 

Bence fotoğraf, genel bakarsak, yazmaktan daha kolay gibi. Ülkemizde her yıl yüzlerce, binlerce yeni kitap yayımlansa da, dünyanın en az kitap okuyan ülkesinde bir kişi yılda en az beş kitap okurken, Türkiye’de beş kişi bir kitap okuyor. Basım sayıları az, kitap ticareti herhangi bir mal gibi aynı acımasız koşullarla yapılıyor. Ne yazdığı anlaşılmayan, anlaşılmadıkça büyüyen yazarların kitapları ticari başarılar sonucu yüzbinler basarken (Umarım hepsini satıyorlardır.) nice değerli çalışma bu kurtlar sofrasında basılmayı bekliyor veya basılamıyor. Ben, bütün bu karmaşa ve çekişmeden uzaktaki Gönenç, kitaplarımın basılması, düşünce, düş ve gözlemlerimin başkaları tarafından paylaşılmasıyla kendimi şanslı sayıyor, sonsuz mutluluk yaşıyorum.”

 

Sonsuza dek Karakaya sakinliği! sürecek mi yoksa birgün…

 

“Karakaya; Burayı yaşamak için seçmem biraz da şans eseri oldu. Daha önce Gümüşlük kıyısındaydım. Hızlı ve bozuk değişim yedi yıl önce beni elektriğin, suyun, telefonun olmadığı buraya ev yapmaya itti. şžimdi hepsi geldi. Huzur da yavaş yavaş burayı terk ediyor. Pencereden baktığımda dört ayrı yerde kazıcı makinelerin çalıştığını görüyorum. Gece Bodrum’dan eve dönerken yolumu beton transmikserleri kesiyor. İki gün evde kalıp sonra sokağa çıkarsam mutlaka bir yerlerin inşaat başlamak üzere kazılmış olduğunu görüyorum. Hem acımasız değişimden kurtulmak, hem de bir büyük kentin sanat ve kültür etkinliklerine daha kolay erişebilmek için İzmir’e taşınmayı planlıyorum. Orada on dokuzuncu katta bir minik dairem var. Kalabalıklardan uzaklık, kolay ulaşım bu kez beni orayı denemeye itiyor.”

 

Elinde ses kayıt cihazını gören ilerisi için yine öyküler planladığını kolaylıkla anlayabilir. Bodrum öylesine gelişiyor ki romantik, duygusal, şiirsel çemberinden çıkıp kentleşme (trafik, inşaatlar, kazalar, gürültü…) mengenesinin içine giriyor gibi… Zorlanmıyacak mısın?

 

Ne kadar tersi için gayret etsem öyle. Arayan romantikliği, duygusallığı yine de bulabilir ama bunun için o dediklerinizle dolu bir sürü olguyu elemek ve filtreden geçirmek gerekiyor. Bunu yapmazsanız Bodrum, Ankara, Trabzon… ne fark edecek? Kalabalıkların içindeki insanlar her yerde aynı.

 

Evet biz bu satırları kağıda dökerken Gönenç, içinde bulunduğu yeri de sattı ve daha küçük bir eve geçti… Umarız bu onun için Karakaya sakinliğinin de sonu olmaz…

 

İkinci sakinin çevresi biraz daha kalabalık…

 

Cem Karan

 

Cem Karan’ı ilk kez George Simpson’la birlikte görmüştüm. İkisi de fotoğrafçı. Bodrum’u turistlere anlatan ilk güzel Guide’ı çıkarıyorlardı… Projeleri vardı uçuk… Bir arkadaşları küçük bir uçak getirmişti. Onunla fotoğraflar çekiyorlardı… O zamanlar fotoğraf çekmek keyifliydi. İşin bir bilgisi vardı, bir de kimyası… Kimyayla bilgi birleşmeyince ve bir de görüş eklenmeyince fotoğraf olmuyordu… Benim Bodrum’a geldiğim 87’lerde fotoğraf deyince akla bu iki isim gelirdi… şžimdilerde mesleğini yine sürdüren Cem Karan, eşi Bige ve iki köpeğiyle birlikte Karakaya’nın diğer yamacının sakinleri… Her nekadar köpekler pek sakin değillerse de…

 

“Daha önce Bitez’de otururduk. 15 sene otuz dönüm mandalina bahçesinin ortasında bir taş evde yaşadık. Bayılırdım Bitez’e. Baharda mandalina ve portakal çiçeklerinin kokusu aklımı alırdı başımdan. Kışın yağmur altında ıslak bahçelerin ve zeytin odununun kokusu hele hele yazın sıcak günlerini sonlandıran deniz, ot, toprak kokan serin rüzgârların ve sessizliğin tadına doyum olmazdı. Hiç biri kalmadı desem haksızlık etmiş olurum ama şöyle diyeyim, yaz kış farketmeksizin benzin ve mazot kokusu, buldozer, taş kırıcısı, betonyer ve ekskavatör gürültüsü vahşi bir yapılaşma, otel animasyonları ve disko, bar patırtıları ağır basmaya başladı. Diskoların lazerleri de üzerimizden geçerek yıldızların yerini alınca vakit geldi gari dedik.

 

Karakaya nispeten daha iyi. Burada hâlâ evin civarına tilkiler tavşanlar geliyor. Arkalarından avcılar geliyor Vietnam gazileri gibi giyinmiş, kocaman tüfekleri ile iki tavşanı da vurup gidiyorlar.”

 

Karan’lar kendilerinin tasarladığı çok güzel bir taş evde yaşıyorlar… İnsanların görüp de imreneceği cinsten…

 

Etrafınızı muazzam bir doğa, yeşillik, yamaçlar arasında ışık oyunları, denizin görüntüsü sarıyor. Bahçelerinde barbeküleri, misafir evleri ve Cem’in henüz gerçekleştirmediği yerleşim projeleri… Yani Cem, Oral’ın tersine kalıcı bir Karakaya sakini… Evinde bitirmediği yerleri bir bir bitirecek ve geliştirecek. Zaten çok güzel olan evini daha güzel hale sokacak…

 

Ama aynı korku onda da var. “Çok anlatmayın burası da bozulur…”

 

Bige’nin “Karakaya levhasını keşke yol ayrımına koymasalar” dediğini hiç unutmam… O yüzden Karakaya bu kadar yeter deyip, sanatsal konulara geçiyoruz…

 

Bodrum’u ilk görüntüleyen kişilerden biri olarak “güzel görüntüler yakalama” açısından neler kaybetti Bodrum?

 

“Bodrum neler mi kaybetti ?? Binalarını, mandalinasını, Bodrumluları, yemeklerini, kokularını, yıldızlarını (laser ışınları çakıyor onların yerlerinde), huzuru, keyfi, denizini. Bodrum’da olma duygusu yok oldu artık . Ne mi kazandı? Saydıklarımı kaybeden ne kazanmış olabilir ki? Tabii bu bütün turistik yörelerimiz için geçerli. Yeryüzündeki en güzel ülkelerden birini ellerimizle perişan bir hale getiriyoruz.”

 

Fotoğrafa ve fotoğrafçıya bakış açısı nasıl günümüzde ve özellikle Bodrum’da?

 

“Bodrumda fotoğrafçıya ihtiyaç otel ve tekne broşürleri için ortaya çıkar. Öyle pek kalite de aranmaz. Türkiye kalitesini değil ucuzluğunu satıyor. Müşterisi de ona göre oluyor.

 

Kalitesizlik ve gusto eksikliği de yeni değil. Maddi imkanların artması ile daha göz tırmalar hale geliyor. “

 

Günümüzde “digital icad oldu..” deyip başlayabileceğimiz bir durum sözkonusu. Siz klasik fotoğrafçılar, işi sanat ve ticaret için yapanlar ne düşünüyorsunuz…

 

Digital fotoğraf amatörlere ve ticari fotoğrafçılığa büyük kolaylıklar getirdiği şüphesiz. Lakin kalite gerektiren işlerde hâlâ film tartışmasız seçimdir. Bununla beraber digital baskıda yabana atılmayacak gelişmeler kaydediyor. Ufak bir digital makinam var zaten kendim için yaptığım günlük ıvır zıvır işlerde kullanıyorum. Bazende teleskopuma takıyorum. Ama iş için film kullanıyorum.

 

Benim durumumda işi yaptığım kişilere anlatmak gerekiyor. Ama 25 yıldır hep anlatıyoruz. Digitalden öncede anlatacak şeyler vardı. Hepsini değil ama müşterilerimizin çoğunu önce fotograf konusunda biraz aydınlatmamız gerekiyor. Genelde otel işletenlerin gözünde tanıtım işleri ve bilhassa fotografların çekilmeleri önem sıralamasında süs havuzlarındaki kırmızı balıktan sonra geliyor.

 

Sanat fikir işidir. Ortamın digital veya analog olması bir şey farkettirmez. Aksine digital ortam kendine has teknik ve estetik özellikleri ile yeni seçenekler koyuyor önümüze. Astrophotography’de digital kameralar mucizeler yaratıyorlar. Bir zenaat olarak maalesef unutulmak üzere. Karanlık odalarda siyah/beyaz romantizmini/nostaljisini yaşayan fotografçı sayısı çok azaldı. İş bilgisayarda bitiyor.

 

İnsanlarda “vay be ne güzel fotoğraf!” gibi bir yaklaşım sözkonusu… Etrafta güzel şey kalmadıkça ne çekeceksiniz…”

 

“Çevrenin bozulmasını kastediyorsan evet, etrafta güzel adına çekip gösterecek pek bir şey kalmıyor ama fotoğraf çekmekten zevk almam için çektiğim objenin, mekânın, olayın güzel olması gerekmez. Bir fotoğrafı çekmeme neden olan duyguyu iyi anlatabileceğim bir kareye oturtabilirsem keyif alırım.”

 

Evet 35 yıllık fotoğrafçı Cem Karan bugün Karakaya’da daha önce dünyanın dört bir yanına ulaştığı

 

Türkiye fotoğraflarını şimdi Karakaya’dan internet aracılığıyla

 

www.fotografcilar.com sitesinden dünyaya ulaştırıyor.

 

Yazının başında gördügünüz gibi Karakaya’nın benzersiz fotoğraflarını yakalamaya çalışıyor. Yine kendi film banyolarını hazırlıyor, yine pelikül’de fotoğrafları izlemenin keyfini yaşıyor…

 

Karakaya deyince “dinginliğinin bozulmaması” en büyük dileği olarak belleklerimize kazınıyor. Ne yazık ki birileri yola “Eski Karakaya” diye tabela asmışlar. Ve…

 

Bir şžehri Cennet ki Bodrum

 

Bembeyaz ak çehreli binalar sıra sıra

 

Bir umman ki tarihi sığmaz otuz asıra

 

Netameli kişiler kötülemişti hani

 

Bodrum’un suyu çamur düşmanda şaşar yani

 

Kükremiş arslanların pek muhteşem yelesi

 

Bodrum’un canı şanı iftaharı kalesi

 

Koyun koyuna yatar müzede bince eser

 

Bince eser ki vardır içlerinde şaheser

 

Motorlar işte hazır karşıda ılıcası

 

Gençleştiren çamuru sularının şifası

 

Katıksız mutluluğu içersin yudum yudum

 

Bir ilah kadar şirin, şirin şipşirin Bodrum

 

Sempatik değirmende güneş tepeden batar

 

Hayrettir güzel Bodrum suların her gün akar

 

Oteller ve moteller ve hele pansiyonlar

 

Üç beş açık sinema palmiyeli hoş yollar

 

Sanki Hacı Bekir’in latii lokumları

 

Ve masmavi denizin boncuk boncuk kumları

 

Bir toparlak diyar ki denizle haşır neşir

 

İki günlük gelenler haftalığa yerleşir

 

Cenneti tarif etmek istersen pek yorulma

 

Haksız görmezler seni benzetirsen Bodrum’a

 

Geldik gördük bir candan sesleniş erenlere

 

Ne mutlu ne çok mutlu Bodrum’u görenlere

 

Çarşıda bir han var, ortasında masalar

 

Tarihin ilahları iskambil oynasalar

 

Hayır yemekhanedir tertemiz pırıl pırıl

 

Gelir taam ederler turistler harıl harıl

 

Otuz kuruşa çayı kırk kuruşa kahvesi

 

Lezzetini tadını yerindedir övmesi

 

Ve fakat bir bakıma kalmaz insanda neşe

 

Ellilik kartpostalı verseler yetmişbeşe

 

Gelmiş nice niceler gitmiş nice niceler

 

Bodrum’u Bodrum kılmış gelmiş geçmiş yüceler

 

Edebi yazılarla üslupla kendine has

 

Cevat şžakir üstattır erişilmez bir barnas

 

Bodrum’u Halikarnas Balıkçısı’ndan öğren

 

O zaman demirlersin gemini ebediyen

 

Ebediyen kalırsın Bodrum’un kucağında

 

Kulakların dinlenir bu gürültü çağında

 

Simon Meliksetyan 1973

 

Derleyen : Ahmet Ferruh Gür

 

Ahmet Ferruh Gür’ün Notu: şžu anda Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı yapmakta olan oğlum Mehmet Nuri Gür, İstanbul’da üniversiteye hazırlık dersanesine gittği sırada, aynı zamanda Sirkeci’de yiyecek toptancısı Simon Meliksetyan’ın yanında çalışıyor idi. Simon Bey’i evimize misafir olarak Bodrum’a davet ettik. Bodrum’a geldiğinde konuşmalarımız esnasında kendisinin yazar ve şair olduğunu

 

öğrendik. Bodrum hakkında bir şiir yazmasını kendisinden rica ettik. Ricamızı kabul etti. Bir saat sonra Bodrum hakkında yazdığı şiiri bizlere okudu. Bu şiir 1973 yılında yazılmıştır. Rahmetlinin anısına ilk kez neşredilmek üzere derginize veriyoruz.               


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Kaderin ve büyünün tanrıçası Hekate’ye inanmak

Önceki Yazılar

Mazı diye bir yer.. Bodrum’a yalnız 30 km ve keşfedilmeyi bekliyor…

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ