Orda Rodos var Uzakta..

2378 Kez Okundu





Bu güzel ekim ayı ikliminde yapılacak en iyi şeylerden birisi kuşkusuz yakın çevredeki görülmeye değer yerlere seyahat etmek. Ne kadar şanslı bir coğrafyada yaşadığımızı söylemeye bile gerek yok. Özellikle denize açılmak ve deniz yoluyla seyahat etmek bambaşkadır bu “sarı yaz” günlerinde. Buralarda eylül ekim ayları sarı yaz demektir ve boğucu olmayan bir sıcaklıkta yaşanır. İklimin yazdan farkı yok gibidir, sadece sıcaktan bayılmazsınız, terlemezsiniz, klima çalıştırmazsınız o kadar. Öğlen sıcağında canınız isterse denize girer canınız isterse dışarı çıkıp yürüyüş yaparsınız.
Hava buna elverir.
Sarı yazda gezilir

Biz de güzel bir hafta sonu gezisi için bundan daha uygun bir zaman olamaz diyerek eylülün son hafta sonunda Rodos’taydık. Bodrum’dan hızlı feribotla Rodos’a varmak 2 saat sürüyor. Yolculuğun ilk dakikalarından itibaren sağınızda solunuzda beliriveren kara parçalarının denize yaptığı girinti çıkıntılar, uçurumların en yüksek tepesine kurulu deniz fenerleri ve pek çok ilginç manzara yol boyunca gözlerinizi alıyor. Tabii bir de merak, acaba şurası neresiydi; Palamutbükü mü yoksa Datça mı? Derken bir süre sonra -yani 2 saat- karşınıza çıkan kara parçasının büyüklüğünden anlıyorsunuz ki Rodos’a vardınız. “Aa, ne çabuk. 2 saat oldu mu ki, ben daha Türk sularındayız sanıyordum” demenize kalmıyor, Rodos limanına giriyorsunuz.  

Rodos Limanı’nda
Feribot kıyıya yanaşıyor ve limanda demir atmış transatlantiklerle heybetli kale duvarları kaplıyor görüntüyü. “Hani nerede liman girişinde olması gereken bronz geyik heykeller Elefos ve Elefina?” diye aklınızdan geçirmeyin çünkü bu liman o liman değil. O liman yani Mandraki, bu limanın biraz ötesinde kalıyor. şžimdi iki geyik heykelinin girişini süslediği, bir zamanlar Rodosluların güneş tanrısı Helios’a ithafen yaptıkları ve antik dünyanın yedi harikasından biri olan 32 m. yükseklikteki bronz heykel Colossus’un bulunduğu varsayılan Mandraki limanı eskiden ticari liman olarak kullanılırken şimdilerde gezi ve dalış teknelerinin bulunduğu bir yer artık.

Fatih Sultan Mehmet’e bile geçit vermeyen heybetli Rodos Kalesi surları

Gemiden indikten sonra önce şöyle bir bakıp düşünüyorum “bu koskoca kale duvarlarının neresinden şehre girilecek?” diye. Çünkü bu heybetteki kale surları “kente girilemez” der gibi. Aklıma Fatih Sultan Mehmet’in bile bu surlardan içeri giremeyişi ve adayı fethedemeden dönmek zorunda kalışı geliyor. Fatih’in 1480 yılındaki kuşatmasından tam 42 yıl sonra Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında bu surları aşmış ve adayı 300 yıl kadar sürecek Osmanlı yönetimine katmayı başarmıştı. Bu başarıda Osmanlı ordusundaki humbaracıların, yani dünyanın ilk havan topu sınıfının büyük payı olduğu bir gerçektir. Düşünmeden edemiyorum: Acaba Rodos’u 1300 yılında fethedip 1309’a kadar Rodos’ta egemenliğini sürdüren Menteşeoğlu Mesut Bey bu surlarla karşılaşsaydı yine de adayı fethedebilir miydi? Mesut Bey zamanında şövalyeler henüz adada değildi ve daha bu surlar yapılmamıştı.   
II Artemisia’nın Rodos Zaferi

Rodos’ta en çok hangi anıtı görebilmeyi isterdim biliyor musunuz?
 II.Artemisia’nın Rodos’u fethettikten sonra Rodos’ta diktirdiği anıtı. Ama ne yazık ki bu anıt artık yok, Abaton olmuş. Abaton, antik çağda “artık ulaşılması mümkün olmayan yer” anlamında kullanılan bir kelime, bir ad.  

II Artemisia, kocası Mausolos Halikarnas’ta öldükten sonra onun yerine başa geçen Karya kraliçesi. Yönetimde zayıflık olduğunu zanneden ve bundan faydalanmak isteyerek Halikarnas’a denizden saldırıya geçen Rodosluların savaş gemilerini usta ve zekice bir manevrayla ele geçirmiş ve ele geçirdiği bu gemilerle gidip Rodos’u zapt etmiş bir kadın amiral. İşte bu zaferin unutulmaması için Rodos’ta bir anıt diktirdiği fakat kendilerini utandıran bu anıtı Rodosluların yok ettiği söylenir. Keşke bu anıtın hiç değilse bir resmi filan olsaydı da görebilseydik.

Yürümeye devam ediyor ve çok geçmeden biraz ilerleyince surların altından giriş çıkış yapılan kapılar olduğunu görüyoruz. Bunlardan birisinden girerek otelimize doğru ilerliyoruz. Kale duvarları içinde kalan bölge Eski Kent, dışında kalan bölge ise Yeni Kent olarak biliniyor. Her iki bölgede de konaklamak için otel bulmak mümkün.

Eski Kent ve Rodos şžövalyeleri’nin Büyük Üstatlar Sarayı
Ertesi gün Eski Kent’i gezmeye başlıyoruz. Adımımızı surlardan içeri attığımız andan itibaren kendini Ortaçağ’da bulmuş birer zaman yolcusuyuz sanki. Burası dünyanın en güzel Ortaçağ kale kentlerinden birisi olarak biliniyor. Unesco tarafından dünya mirası listesinde ve korumaya alınmış. Rodos kentinde yerleşim 2400 yıl öncesine kadar gidiyor. Mevcut kaleyi 1309’da adaya gelen Rodos şžövalyeleri İ.Ö 408 yıllarına kadar uzanan antik kalıntılar üzerine kurmuşlar. Hendekler ve 3 kilometre uzunluğunda surlarla çevrili olarak inşa ettikleri kaleden Eski Kent’e tam on bir kapıdan giriş var.
Eski Kent’in sokaklarında nereye varacağımızı bilmeden yürürken karşımıza her turistik yörede olan türden kahveler ve hediyelik satan dükkânlar çıkıyor. Kahvelerden birine oturuyoruz ve o gün nerelere gideceğimizi planlıyoruz.

Eski Kent, şövalyelerin yaşadığı Kollakhium ile Yunanlılar, Türkler, Yahudiler ve diğerlerinin yaşadığı bölge olan Burg olarak iki bölümden oluşuyor.

Eski Kent içinde en çok görülmeye değer olan yer şövalyelerin Büyük Üstatlar Sarayı. Girişte 6 Euro giriş ücreti ödüyorsunuz.

“Kale içinde kale” diyebileceğimiz türden çok iyi korunmuş bir yapı. şžövalyeler zamanında 19 Büyük Üstat’ın idare makamı imiş. Buradaki daimi sergilerde şövalyelerin gittikleri pek çok yerlerden getirdikleri objeleri örneğin İtalyan ve İspanyol seramiklerini, ayrıca Bizans ikonalarını, zırhları ve savaş aletlerini görebiliyorsunuz. Diğer bir bölümde 2400 yıl öncesine uzanan Antik Rodos sergisi var. 50 yıla yakın zamandır devam eden arkeolojik kazılarda ortaya çıkan çok değerli buluntular sergileniyor.
Dikkatimizi çeken diğer şey ise şövalyeler sarayının yapımı sırasında Kos’tan buraya taşıdıkları geç Helenistik döneme ait paha biçilmez mozaikler. Tıpkı Bodrum’daki kaleyi yaparlarken Mausoleum’dan taşıdıkları mermerler ve heykeller gibi bu kaleyi yaparlarken de Kos’un en değerli antik kalıntılarından bu parçaları buraya taşımışlar.

Rodos Süleymaniye
Medresesi’nin az
bilinen hikâyesi

Sokaklarında yürüyüp, yemeklerinden tadarken, geçilmez kalesinin surlarına bakıp heybetli ağaçlarından gözlerimi alamazken bu adayı bu kadar güzel kılanın ne olduğuna karar veremedim.

Burası da Osmanlı zamanında tıpkı Bodrum gibi bir sürgün yeriymiş. Gazeteci yazar Ebüzziya Tevfik, Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre oyununun sahnelenmesi sonrasında çıkan olaylar sebebiyle; Ahmet Mithad da Darwin üzerine yazdığı bir yazı yüzünden 1873 yılında Rodos’a sürgüne gönderilmişler. Ahmed Mithad, polisiye roman türünü edebiyatımıza sokan, Tanzimat dönemi edebiyatının en popüler yazarlarından; keza Ebüzziya Tevfik de antoloji, tiyatro, anı gibi türlerde telif ve çeviri eserleri olan bir yayıncı. Her ikisi de Genç Osmanlılar akımının öncülerinden. Rodos’a geldiklerinde ilk, orta ve lise seviyesinde eğitim veren bir okulun eksikliğini görüp eşrafı ikna ediyorlar ve Süleymaniye Medresesi’ni inşa ederek burada ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin eğitimine başlıyorlar.

Rodos Süleymaniye Medresesi bir dönemi etkileyen fikir akımlarının doğduğu yer. Bu okulda Yunus Nadi, Avram Galanti gibi belli dönemlerin öne çıkan isimleri okumuşlar. Avram Galanti sonradan bu okulda öğretmenlik ve hatta maarif müfettişliği yapmış.

Cem Sultan ve
şžövalyeler Sokağı

Talihsiz Osmanlı şehzadesi Cem Sultan’ın Rodos’ta 34 gün boyunca konuk edildiği ev Büyük Üstatlar Sarayı’nın hemen yanından aşağıya, limana doğru inen şžövalyeler Sokağı boyunca bitişik düzen sıralanan kumtaşı evlerden biriydi. Bugün Fransız konsolosluğu olarak kullanılan binanın yanındaki evdir.

şžövalyeler Sokağı, herhangi bir saldırı anında şövalyelerin toplanıp bir araya geldiği yerdi. Sokağın duvarlarında Hospitalier şžövalyelerini yöneten büyük üstatların armaları bulunur. Sokağın iki yanında tarikatı oluşturan dillerin yani milliyetlerin hanları sıralanır.

Fatih Sultan Mehmet öldüğünde büyük oğlu şehzade Beyazıt, küçük oğlu şehzade Cem’den önce tahta çıkmış ve şehzade Cem kaçmak zorunda kalmıştı. şžehzade Cem, babası zamanında barış müzakerelerini sürdürdüğü için yakından tanıdığı Saint Jean şövalyeleri ile ilişkiye geçti ve onlardan sığınma isteğinde bulundu. Böylece 5 haftasını Rodos’ta geri kalan zamanı diğer Avrupa kentlerinde geçireceği 13 yıl sürecek ve 35 yaşında ölümle sonuçlanacak sürgün hayatı başlamış oldu.

Fransız yazar Edouard Sablier tarihsel kaynaklara dayanarak yazdığı belgesel romanda Cem Sultan’ın Rodos’a gelişini şöyle anlatır: "Rodos’a vardıklarında kafileye görkemli bir karşılama töreni yapıldı. Halk ünlü İstanbul fatihinin oğlunu görmek ve alkışlamak için sokaklarda, teraslarda, balkonlarda, heyecan içinde toplanmıştı. Halkın alkışları ve kale burcundan atılan top sesleri arasında, Cem’i ve yanındakileri başşehrin en gösterişli sarayına götürmek üzere, Fransız topraklarından gelmiş şövalyelerin kalması için ayrılan Fransız hanına kadar uzayan kalabalık bir alay oluşmuştu."

Yeni Kent’te her yerde
karşımıza Khoklakia
mozaikleri çıkıyor

Uzun yürüyüşlerimiz sırasında kaldırımlarda, avlularda kullanılan yer döşemesi çok hoşumuza gidiyor. Çok sık kullanıldığı için anlıyoruz ki buralara özgü bir şey. Araştırdığımda öğreniyorum ki bunlar Oniki Ada’ya özgü Khoklakia mozaikleri. Bizanslılar zamanından beri zeminlerde kullanılıyor. Hem işlevsel yanı olan, hem de ince bir estetik beğeniyi yansıtan bu mozaikler genellikle siyah beyaz, bazen de kırmızıya çalan renkteki küçük çakıl taşlarından yapılıyor.

 

Rodos’tan Karşıyaka’ya
1. Baskı – Mart 2007
Yazar: Zuhal İzmirli
Yayınevi: Neden Kitap / Özel Baskı

Eğitimci-yazar Yücel İzmirli’nin annesinin ailesinin Rodos ve Karşıyaka’da 20.yüzyılın neredeyse tamamını kapsayan anılarından oluşan anı kitabı.

Roman, 19 Mayıs 1919’da, o dönemde İtalya’nın yönetimi altında bulunan Rodos’ta varlıklı toprak sahibi Refet Ağa’nın torunu olarak doğan ve "erkek Nuran" olarak anılan Nuran’ın çocukluk ve ilk gençlik yılları ile başlamaktadır. Ailenin Rodos Kalesi içindeki evlerinde, o dönemde şehir dışında bulunan Kanamat’taki bağ evlerinde ve Uzgur köyündeki çiftliklerindeki yaşantısı, Rodos adasının Anadolu’ya en yakın noktası Kumburnu’ndaki deniz sefaları bir kız çocuğunun gözünden anlatılır. "Deniz yastık, kızlar fıstık" şarkı dizeleri bu mutlu döneme fon oluşturur.
Gençlik yıllarına vardığında Nuran, kendisinden on yaştan fazla büyük ve adanın gözde bekârı yakışıklı berber Selim’e karşı temiz ve sessiz duygular beslemeye başlamıştır. Selim’in genç kızın ilgisini zamanla fark etmesiyle evine görücü göndermesinden düğüne uzanan ve sonrasında savaş yıllarında doğan ilk çocuklarına kadarki süreç, Rodos Türk toplumunun gelenekleri, alışkanlıkları ve dünya görüşleri ayrıntılı bir şekilde aktarılarak kitapta anlatılır. II. Dünya Savaşı yıllarında abluka altında büyük bir açlık felaketi ile karşı karşıya kalan ada halkının yaşadığı acı tecrübeler, kümes hayvanları ve tavşanlar tükendikten sonra sokaklarda kedi köpek de görülmemeye başlamaması, kurbağa ve salyangoz avları, bombardımanlar altında yaşam, Marmaris’ten gelen gıda yardımının yaktığı anlık umut ışıkları detaylandırılır.

Romanın ikinci bölümünde Nuran ve Selim’in savaş sonrasında Türkiye’ye geçmeye karar vermeleriyle İzmir Karşıyaka’ya yerleşmeleri ve ailenin burada toplanarak çocuklarının burada büyümeleri anlatılmaktadır.

 

Rodos şžövalyeleri

Rodos Adası ve şövalyeler birbiriyle öyle bütünleşmiştir ki, birini diğerinden ayrı düşünmeniz çok zordur. Fakat ne yazık ki burada Rodos şžövalyeleri’ne sadece kısaca değinmekle yetineceğiz.   

Hospitalier şžövalyeleri, Saint Jean şžövalyeleri veya Malta şžövalyeleri olarak da bilinirler.
Tarikat, 1099’da Haçlıların Kudüs’ü fethetmesinden sonra, Kudüs’teki Saint Jean (Aziz Yuhanna) Kilisesi yakınında hasta hacıların tedavisi amacıyla işletilen hastanenin gelişmesiyle ortaya çıkmış. Hastanede tedavi gören bazı haçlı şövalyeler mallarının bir bölümünü buraya bağışlamış; bazıları ise Kudüs’te hastanede kalıp hastaneye hizmet etmişler. Böylece zenginleşip zamanla askeri anlamda da güçlenmeye başlamışlar. 1291’de Kudüs düştüğünde Kıbrıs’a sığınmışlar. Rodos’u ise 1309’da ele geçirmişler. Burada bir hastane kurup adayı bağımsız devlet gibi yönettiler. Doğu Akdeniz’de güçlü bir donanmaya sahip oldular. Fatih Sultan Mehmet Rodos’u 1480 yılında kuşattıysa da alamadan geri döndü.

Fakat Rodos 1522’de Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a teslim oldu. Rodos fethi sırasında adadaki 650 şövalyeden sadece 180’i hayatta kaldı. 1530’da Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Karl, Malta Adasını tarikata bağışladı. Böylece Malta’da üslerini kurdular. Osmanlı tehdidinin azaldığı 17. ve 18. yüzyıllarda tarikat da giderek zayıfladı. 1798’de Malta adası Napolyon Bonapart’ın eline geçti. Tarikatın merkezi 1834’te Roma’ya taşındı.
Malta Tarikatı, günümüzde egemen bir mikro devlet statüsü taşımaktadır. Birleşmiş Milletler’e gözlemci olarak katılmasına karşılık kendine ait topraklardan yoksundur. Kendini tarafsız ve insancıl bir yardım kuruluşu olarak tanımlayan tarikatın (aralarında Türkiye, ABD, Kanada, Avusturalya, Fransa, Almanya, Çin, Hindistan, Meksika gibi ülkelerin olmadığı) 96 ülkeyle diplomatik ilişkisi vardır. Birçok ülke tarafından diplomatik statüleri vardır.

Merkezi İtalya’nın Roma kentinde bulunan tarikatın günümüzdeki resmi adı İtalyanca’da Sovrano Militare Ordine Ospedaliero di San Giovanni di Gerusalemme di Rodi e di Malta yani Kudüs, Rodos ve Maltalı St. Jean Egemen Askeri Hospitalier Tarikatı veya kısaca Malta Tarikatıdır.

şžövalyeler soylu Katolik ailelere mensup, yoksulluk, iffet ve itaat yemini etmiş kişilerden oluşurdu. Tarikatı yöneten “Büyük Üstad” idi ve ömrü boyunca bu görevi sürdürürdü. Tarikatı oluşturan yedi dil, yani yedi milliyet şunlardı: Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya, İspanya, Provence ve Auvergne.   


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

İsveç sürgününün ardından Bodrum’un güneşine sığınan bir dünya şairi Özkan Mert

Önceki Yazılar

Mandalina, Şeftali, Kavun, Karpuz… Şimdi kurutulmuş meyvelerden yapılan atıştırmalıklar mevsimi

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ