Yanıbaşımızdaki Dostluklar

2294 Kez Okundu





Yanıbaşımızdaki Dostluklar

 

 

 

2-18 Temmuz 2003 tarihleri arasında Setur’un düzenlediği 2003 Ege yat Rallisine bir arkadaşımın teknesinde konuk olarak katılıyoruz. Ayvalık,Foça,Çeşme ve Kuşadası’ndan sonra, sırayla Güney Doğu Ege’deki Yunan Adaları’ndan, Sisam, Leros ve İstanköy’e uğrayacağız. Filomuzda 38 metrelik süper yatlardan 8 metrelik mütevazı teknelere kadar, büyük çoğunluğu Türk, ama bir kısmı da başka ülkelerden gelip de Türkiye’de yatçılara ait yetmişi aşkın tekne var.

 

 

 

Yunan Adaları’nda ilk uğrağımız Sisam’ın Merkezi Samos şehri. Limana vardığımızda her şey çok iyi organize edildiğinden sorunsuzca bağlanıyoruz Bizi milli kıyafetler giymiş çocuklar karşılıyor., pet şişelerde soğuk su ve adayı tanıtan harita ve broşürler dağıtıyorlar. Türkiye’yi aratmayacak kadar uzun ve bezdirici gümrük ve pasaport işlemleri haricinde, her şey çok iyi. Hatta bazı yabancı katılımcılar, bu gibi bürokratik işlemlerin Türkiye’de daha hızlı ve kolay olduğunu söyleyerek bizi şaşırtıyor.

 

 

 

Akşama Adanın mülki ve askeri erkanı, Ada’daki büyük otellerden birinde onurumuza bir resepsiyon tertiplemişler. Protokolde uzun sakallı kara cüppeli Ortodoks papazları da dahil; yerel politikacılar, bürokratlar ve askeri erkanla iç içeler. Yemek ve içki bol, sırasıyla ada’ nın Valisi, Belediye Başkanı, Turizm ve Tanıtma Müdürü, Liman Başkanı ve Sahil Güvenlik Komutanı konuşarak bize hoş geldiniz diyorlar; Türk – Yunan dostluğunun önem ve gereğinden söz ediyorlar. Söyledikleri muhtemelen İstanbul’dan oralara göçmüş bir Rum bayan tarafından akıcı bir dille Türkçe’ye çevriliyor, hatta Belediye Başkanı konuşmasının bir kısmını Türkçe yapmaya gayret ediyor. Bu arada konuklara armağanlar veriliyor. Bizimkilerden Setur Kuşadası Marina Müdürü Kemal bey’ in yaptığı kısa İngilizce konuşma haricinde tıs yok ; taraflar arasında bir çekingenlik göze çarpıyor. Belki de ortada bir dil problemi var. 900 yıl birlikte yaşadığımız, birkaç kilometre ötedeki (Sisam Boğazı’nın genişliği bir milden bile az)komşularımızla, iki ayrı gezegenden gelmiş yaratıklar gibi bakışıyoruz. Pek çoğu bundan evvel de Yunan topraklarına bir çok kereler ayak basmış gezi arkadaşlarımız, “ günaydın”,”iyi geceler”, “teşekkür ederim” gibi üç beş kelime dahi olsa Yunanca öğrenmek için bir gayret sarf etmemişler. İngilizce’nin her şeyi halledeceği düşüncesindeler. Ertesi akşam da Yunan müziğinin divalarından, Nena Venetsaou’nun verdiği açık hava konserine davetliyiz. O devasa gövdeden çıkan gür ve coşkulu nağmeler hepimizi büyülüyor. İster istemez, 9 milyonluk bir ülkenin, nasıl olup da bu kadar çok Dünya çapında müzik devi yetiştirdiğini düşünüyorum. Biraz sonra bir ses sanatçısı ile birlikte, keman, kemençe, bağlama, santur ve akordeondan oluşan bir halk müziği ekibi ve yerel kıyafetler giymiş okul çocuklarının folklor grubu ortaya çıktı. Gerek müzisyenlerin gerekse de çevredekilerin kıyafetleri tam bir taşralık havası taşıyordu. Sirtolar ve zeybek havaları birbirini takip ettikçe okul çocukları meydanı , baş örtülü hanımlara ve güneşten solmuş pantolon ve gömlekleri ile belki de çiftçi olan çoğu pos bıyıklı erkeklere bıraktılar. Birden bire dans alanı güçlü bir fırtınaya yakalanmış gibi coşmaya ve kabarmaya başladı. Zeybek oynayanlar, dönerek, çökerek, diz vurarak adeta kendilerinden geçiyorlar, sirtoda oyuncular omuz omuza vermiş meydanın etrafında fır dönüyorlardı. Birazdan bizim mahcup grubumuz da coşmaya başladı. Sirtoya bizimkiler de katıldıkça omuz omuza oynayanların sayısı artıyor. Meydanda iç içe geçmiş halkaların sayısı giderek artıyordu. Müzik tekrar zeybek havasına dönünce, bizimkilerden biri bir eline bir Türk bayrağı, diğer elinde bir yunan bayrağı ile meydana fırladı, ardından gezimizi görüntüleyen TRT Deniz Magazin programının yapımcısı Levent Çelmen de mikrofonu kapıp ada havalarına katıldı. Artık çekingenlikler geride kalmış, Yunanlılarla Türklerin coşkulu danslarına, gruptaki İsrailliler ve hatta Almanlar dahi katılmaya başlamışlardı. Müzik bir kere daha büyüsünü göstermiş, uluslar arasındaki buzları eritivermişti.

 

 

 

Kalan vaktimizi bu küçük adanın , hiç bozulmamış balıkçı köylerini, karakterlerini kaybetmemiş ufak kasabalarını, bir kartal yuvası gibi adanın en hakim tepesine tünemiş olan Bizans’dan kalma kalesini gezerek geçirdik. Benim en sevdiğim yer ise adanın kalimnos’a bakan Güney ucunda, hakim rüzgarlara kapalı bir koyda kurulmuş olan Xerokambos adlı küçük balıkçı köyü oldu. Burası bana 20-25 yıl önceki masumiyeti henüz bozulmamış gümüşlüğü hatırlattı. Zaten görüşün iyi olduğu günlerde gümüşlüğün tepelerini seçmek mümkün.

 

 

 

Leros’daki üçüncü günümüzün sabahı, gün doğarken, peşpeşe demirlerimizi alarak limandan ayrıldık. Sabahın bu erken saatinde bile Leros’lular teknelerimize tek tek uğrayarak bize hayırlı seferler dileyip armağanlar sundular. Filo komodoruna yaptığım adayı topluca selamlamak önerisi ne yazık ki kabul görmedi. Ama biliyorum ki gruptakilerin pek çoğu kalplerini , bu sürgün adasında bıraktılar ve ilk fırsatta geri dönecekler.

 

 

 

Kalimnos ve Pserimos adalarının, Bodrum yarım Adasından uzaktan seyrettiğimiz Doğu kıyılarını takip ederek ve hep Yunan kara sularınında kalarak yeni açılan Kos Marinaya girdik Yunanlıların Ege’deki en büyük marinamız dedikleri bu marinadan daha büyük üç tanesi karşıda Bodrum yarım adasında var. Ama son yerine kadar doldurduğumuz bu marinayı Yunanlılar çok iyi işletiyorlar. Akşam marinada onurumuza verilen resepsiyonda, yemeklerimizi porselen tabaklardan yedik, cam kadehlerden şaraplarımızı yudumladık, canlı müzik yapan bir triodan Latin Jazz dinledik. Ama insanlar gene kabuklarına çekilmişler, gruplar halinde kendi aralarında öbeklenmişlerdi. Uluslar arası kaynaşma gene en alt düzeye inmişti. Toplam üç gece iki tam gün kaldığımız Sisam Adası’nın ekonomik yönden , bize göre birkaç gömlek daha yukarıda olduğu kolayca görülüyor. Sisam Boğazını ayıran o daracık boğaz, aynızamanda Avrupa Birliği ile üçüncü Dünya’yı ayırıyor olmalı. Tüm turistik sahil şehirlerimize hakim olan pejmurde görüntüler, tozlu topraklı delik deşik yollar, sokakları dolduran aylık kalabalıklar yok orada restoranların önlerinde yol kesen çığırtkanlar görülmüyor. Garsonlar daha dün köyden şehire inmiş, düşük vasıflı ucuz elemanlar değil, muhtemel birkaç kuşaktır bu işleri yapan, işlerinin erbabı kişiler. Daha önemlisi, gıda maddeleri bizden olsukça pahallı olmasına rağmen, restoran menülerindeki fiyatlar bizdeki sözüm ona turistik restoranlardan daha hesaplı ve ister köy lokantası olsun , ister sahildeki turist lokantası olsun pek değişmiyor. Verdikleri bu hizmetlerdeki kalite üstünlüğünün sonuçlarını da , bize gelenlere göre daha kaliteli ve daha üstdüzey turistleri çekerek aldıkları görülüyor.

 

 

 

Yunan Adaları gezimizde ikinci durağımız, Dünya’da da bizde de az bilinen bir ada Leros. Aslında bizden hiç uzakta değil, Kalimnos Ada’sının bir mil kuzeyinde Yalıkavağın 25 mil kadar batısında , görüşün iyi olduğu günlerde Bodrum Yarımada’sının batısından da , yumuşak hatları rahatça seçilebilen bir ada Oniki Adalar gurubuna dahil olan Leros, Kuzey, Güney doğrultusunda 20 km. kadar uzunlukta, 53 km kare büyüklüğünde , 8200 nüfuslu mütevazi bir yer. İtalyanlar zamanında Ege’de İtalyan Donanmasının ana deniz üssü olarak kullanılmış Faşizm döneminde İtalyanlar adaya gösterişli binalar yapmışlar. 1948 yılında Yunanistan’a katıldıktan sonra biraz şark hizmeti yeri sayılır olmuş. 1967-1974 yılları arasında Albaylar Cuntası tarafından bir politik sürgün yeri olarak kullanılmış. Bu gün de Yunanistanın en büyük akıl hastanesi Leros’da. Bu hastanenin destek hizmetleri dışında halkı tarım , balıkçılık biraz da turizm ile geçiniyor.

 

 

 

Adanın idari merkezi , adanın doğusundaki geniş bir koyun kıyısındaki Agia marina olmakla beraber, ana limanı adanın batısındaki Lakki. Burası Norveç Fiyordlarını andırıyor; iki yanı dik dar bir boğazdan geçildikten sonra, her yöne kapalıgeniş bir koya giriliyor. Koyun kuzey kısmı yolcu gemileri için iskeleler ve çekek yerleri ve başka tesislerle dolu . Bizim filonun yetmişi aşkın teknesi rıhtımda bütün boş yerleri doldurduğundan, sonradan gelen birkaç tekne açıkta demirlemek zorunda kaldı. Herhalde Lakki Limanı uzun zamandır böyle bir kalabalık görmemiştir. Birkaç yüz Türkün bu ufak şehire inmesi, ortalığı birden hareketlendirdi. Bir anda sehirdeki bütün kiralık arabalar kapıldı, restoranlardaki tüm masalar rezerve edildi.

 

 

 

Akşama, yolcu iskelesinin yanındaki kantinde Leros’luların davetlisi idik. Ada halkının bu davete günler önceden hazırlandığını duyduk. Yüzlerce kişi için, evlerde dolmalar, yaprak sarmaları, köfteler, börekler, mezeler, salatalar,tatlılar yapılmış masalara dizilmişti, İsteyene meşrubat, isteyene ise Sisam şarapları veya uzo ikram ediliyordu. Tabaklar ve bardaklar plastik olsa da, herkes hayatından memnun görünüyordu. Kos Adası yani İstanköy öbek öbek Kuzey Avrupalı turistlerle dolup taşıyordu. Dükkanlar zengin, alışveriş hararetli idi. Restoranlar English breakfast, herçeşit pizza, spaghetti ve hamburger sattıklarını, dükkanlarının önlerine koydukları renkli resimlerle ilan ediyorlardı. Plajlar öbek öbek ıstakoz gibi kızarmış, sarışın uzun boylu turistlerle doluydu. Limanın yakınındaki biri faal, diğeri onarım gören iki osmanlı camii olmasaydı, burası Akdeniz’de herhangi bir turizm merkezi olabirdi.               2-18 Temmuz 2003 tarihleri arasında Setur’un düzenlediği 2003 Ege yat Rallisine bir arkadaşımın teknesinde konuk olarak katılıyoruz. Ayvalık,Foça,Çeşme ve Kuşadası’ndan sonra, Ege’deki Yunan Adaları’ndan, Sisam, Leros ve İstanköy’e uğrayacağız


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Aşk ve Sanat Aynı Sandalda ‘Sandalet Sanatçısı Ali Güven ile söyleşi’

Önceki Yazılar

Bodrum Kuş Cenneti

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ