Mimar Gülay Tezer Evi

8643 Kez Okundu

 

Dibeklihan uygulaması ile dikkatleri üzerine çeken
Mimar Gülay Tezer :
“Herşeye rağmen, yaşanacak kentler yaratmak hâlâ mümkün!”

Çok yıllar önce ben daha Bodrum’u görmeden, mavi pencere pervazları, pembe mor begonvilleriyle küçük beyaz evlerini kartpostallarda görmüş ve bu güzel evlerin çağrıştırdığı dünyanın içinde olmak için can atmıştım.

O zamanlar Bodrum’la ilgili içimi pır pır ettiren bu duygunun çok benzerini, Mimar Gülay Tezer’in tasarladığı evleri gezerken yaşadım. Her bir ayrıntısı sizi içine çekiyor, -adeta bir dejavu gibi- ait olduğunuz bir yere geldiğinizi düşünüyorsunuz.

Mimar Gülay Tezer bugüne dek yüzlerce projeye imzasını atmış, üslubuyla seçilen, fark edilen başarılı bir mimar. Eşi Cenap Tezer ile birlikte yarattıkları Dibeklihan’ı gördüyseniz eminim tasarımcısını merak etmişsinizdir. İşte sorularımız ve cevaplarıyla Gülay Tezer.
Bodrumlife – Kısaca kendinizden biraz bahseder misiniz? Örneğin, hangi okulu bitirdiniz? Kaç yıldır Bodrum’da yaşıyorsunuz? Mimarlık mesleğini siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Gülay Tezer –  Ege Özel Mimarlık Mühendislik Yüksek Okulu’nu bitirdim. Ülkemizin ilk özel mimarlık okulu idi. Tüm ülkedeki hocaların en iyilerinden seçilmiş bir eğitim kadrosuna sahipti. Biraz başarılıysam onlara borçluyum. Mezun olduktan sonra okulumuz devletleştirildi. 6 ay asistan olarak yapı bilgisi, ince yapı, iç mimari hocalarıyla çalıştım. Sınıf arkadaşım Işılay Saygın’ın hatırını kıramayıp imar ve fen işleri müdürü olarak Buca Belediyesi’nde göreve başladım. 2,5 yıl bu görevde belediyecilik deneyimi kazandım. Buca’da tescil çalışmalarını başlattık. Sergiler açarak levanten yapıların sevilmesi ve korunması bilincini oluşturmaya çalıştık. Bu tecrübeden sonra serbest mimarlık ve ahşap imalat hizmetlerine başladım ve Bodrum’a yerleşme kararıyla İzmir’deki faaliyetlerimizi durdurduk. Bodrum’a yerleştikten sonra kıramadığımız bir eski dostumuzun dükkân projesi ile başlayan Bodrum’daki mimarlık hizmetlerim, birden yoğun talepler nedeni ile yaşamımı başımı kaşıyamaz hale getirdi. Ancak bu durumdan hiç şikâyetçi olmadım. Yoruldum ama çok mutlu oldum, mekânlarını kullanırken mutlu olan müşterilerimin memnuniyeti ile daha da mutlu oldum ve Bodrum’daki 30 sene nasıl geçti anlayamadım. Bu süreçte genellikle nitelikli, özel, tek konut projelerini tercih ettim.

BL – Sizce mimarlık nedir?

GT – Güzel bir soru. Mimarlık insanlara rahat yaşayacakları, yaşarken mutlu olacakları kullanışlı ve keyifli mekânlar yaratmaktır.
İyi bir mimar her bakımdan iyi bir gözlemci olmalıdır. Her meslekte başarı; disiplin, araştırma ve çalışkanlık gerektirir. Mimarlık ayrıca estetik yetenek de gerektiriyor. Bence mimarlık eğitimi için bu ön şart olmalı. Üniversitede asistan olarak görev yaptığım süreçte bunu çok iyi gözlemledim. Yetenekli öğrenciler başarılı, yeteneksizler çok mesai harcasalar da proje derslerinde başarısız oluyorlardı.

BL – Kentsel mimari açısından sizi etkileyen şehirler var mı, antik çağlarda veya günümüzde? O günden bugüne “gelişme” veya “gerileme” olarak niteledikleriniz neler?

GT – Kentsel mimari açısından beni etkileyen şehirleri iki grupta toplayabilirim. Birinci grupta antik çağlarda kurulmuş olan kentler var. Yer seçiminden başlayarak gerek planlama, gerek imalat kalitesi, gerekse sanatsal objeleri ile günümüz insanını kıskandıracak mükemmellikteler. Efes, Afrodisyas, Perge, Aspendos gibi pek çok örnek sayabiliriz.

İkinci grupta bir kaç yüzyıldan beri mimari çizgisini hiç bozmadan, özünü koruyarak bugüne gelen kasabalar ve şehirler var. Günümüz gezginleri haklı olarak buraları ziyaretgah haline getirmiş durumdalar. İtalya Toscana yöresindeki Etrüsk kasabaları, İspanya Andalucia bölgesindeki beyaz köyler, Orta İspanya’da Toledo, Fransa’da Ortaçağ yerleşimleri olan kasabalar, Peru’da Cusco, Goatamela’da Antigua ve benzerleri…

Biz maalesef bu bilince geç eriştiğimiz için çok değerli mimari mirası yakıp yıkarak yedik bitirdik. Bir İstanbul Boğazı 16, 17, 18, ve 19.yüzyıllardaki yalıları ve köşkleri ile korunabilse idi dünya sıralamasında bir numara olurdu.
Halk yapı sanatı ile ilgili Safranbolu örneğindeki gibi tümüyle korunan yerimiz yok. Son senelerde bazı vilayetlerde kırık dökük kalmış olan bir kaç ev, bazılarında bir kaç sokak onarılarak bu açığı bir nebze kapatmaya çalışıyoruz. Beypazarı -bu konuda çok başarılı bir örnek, başkanın gayretiyle ayağa kalktı-, Mardin, Amasya, Afyon, Kütahya, İzmir, Kula, Ayvalık, Cunda örneklerinde olduğu gibi. Eskişehir ise günümüz koşullarında “bir şehir nasıl kurtulur?”a harika bir örnek oluşturdu. Bilinçli ve donanımlı bir başkan ve zannederim ki o bilinçle oluşmuş ekibi ile birlikte harikalar yaratıyor. “Herşeye rağmen yaşanacak kentler yaratmak mümkündür”ü kanıtlıyor.

BL – Ben kendi gözlemlerimle mimari tasarımda bir “Gülay Tezer” üslubunun varlığını teşhis edebiliyorum. Yani yüzlerce ev arasından sizin tasarladığınız evleri tek tek seçebilirim. Örneğin ahşap doğramaların geleneksel motiflerle boyanmasını, duvarları bir tablo gibi kullanmayı ve işlevselliği olan bazı geleneksel kullanımları sürdürmeyi tercih ediyorsunuz. Odaları bir merkezin etrafında değil, kullanım kolaylığına göre yerleştiriyorsunuz. Mekânın bulunduğu yörenin geleneksel el sanatlarını ve yöre ustalarının el işçiliğini mutlaka mekânın bir yerlerinde kullanıyorsunuz. Bu gözlemlerimde yanılıyor muyum? Siz kendi üslubunuzu nasıl tanımlarsınız? Diğer bir deyişle siz bir mekânı tasarlarken özellikle neleri öne çıkarmayı tercih edersiniz?

GT – Güzel gözlemleriniz için teşekkür ederim. Benim üslubumu oluşturan felsefem şu: Planlayacağım yapı hangi kişinin, hangi doğanın, hangi kültürün parçası olacaksa onlara saygılı olmalı, onların değerlerinden bir şeyler eksiltmemeli, artı değer katmalı. Yani kısaca bina oturacağı doğayı zedelememeli, doğal bitki örtüsünü, kayasını, ağacını yok etmemeli. Kullanacak kişilere uyumlu olmalı, insanı ezmemeli, çevredeki otantik yapılaşmaya, halk yapı sanatına uygun detaylar kullanılmalı, yapı nerenin malı olduğunu belli etmelidir.

Mekânı tasarlarken neleri öne çıkarırım? Arazinin doğal verileri varsa örneğin bu bir manzara, bir ağaç, bir kaya olabilir, ona odaklanırım. Hiç biri yoksa bir duvar resmi, bir sanatsal obje kullanır yaşam mekânını ona yönlendiririm. Bir de evin konumuna yani yönlere çok dikkat ederim. Örneğin kışın yaşanılacak bir evse yaşam mekânını mutlaka güneye almaya çalışırım. Bodrum yapılarında eskiden beri çok kullanılan kemeri çok kullanırım.

BL – Sizin mimari üslubunuzun ve tercihlerinizin oluşmasında Bodrum’un bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

GT – Evet, Bodrum’dan çok etkilendim. Ama arzu ederdim ki antik kent ve üzerine kurulmuş süngerci kasabası korunabilse idi… Yani musandralı evler, sakız türü evler, kule evler, üzerinden begonviller taşan avlu duvarlarının arasındaki dar sokaklar, avlu duvarlarının içindeki mandalin bahçeleri aynen yaşatılabilseydi ve yeni yapılaşma bu dokunun içine hiç sokulmayıp dışında tasarlansaydı hem mimarlar rahatlardı, hem Bodrum kurtulurdu. Bu noktada sevgili hocamız Cengiz Bektaş’ın Bodrum konulu bir konferansında söylediği bir sözü hiç unutamam. Yukarıda anlattığım Bodrum’un bu hale nasıl geldiğini anlatırken şöyle demişti: “ve sonra mimarlar geldi! Halk yapı sanatı ezildi geçti ve ortaya bugünkü Bodrum çıktı”.

Bodrum’da mimarlık yapmaya başladığımda halk yapı sanatı dediğimiz yöresel Bodrum evlerinden etkilenerek bazı motifleri ve formları günün koşullarına uyarlayıp kendi stilimi oluşturdum. Bu uygulamalar beğenilince çok kullanılır hale geldi. İç mekânlarda da ahşap kirişli tavanlar, nişler, yerli dolaplar, oyma ve kalem işi gibi el sanatları ile birleşince çok keyifli sonuçlar çıktı.

BL – “Bir baş yapıtım olsun” diye düşündüğünüz oluyor mu hiç? Var sayalım ki her olanağa sahipsiniz; maddi, mekânsal ve işçilik olarak. Dünyanın istediğiniz yerinde, istediğiniz kadar maddi olanağa sahip olarak ve dilediğiniz ustalarla bir mekân tasarlamanız mümkün olsaydı ne tür bir yapıyı hangi amaç için yapardınız?

GT – Öyle bir imkân olsa tek bir yapı değil de küçük bir Bodrum’u yeniden yapmak isterdim. İnsanlarının içinde keyifle yaşayacağı, sokakları, meydanları, pazar yerleri, tiyatrosu, tahta sandalyeli açık hava sineması, bakkal gibi bakkalı, kasap gibi kasabı, demircisi, maangozu, terlikçisi, boncukcusu, fırıncısı ile… Komşuların kapı önlerinde oturup dantel örebildikleri, dükkâncının bir yere giderken kapısını kilitlemeyip kapısının önüne bir sandalye koyduğu, yazları serin kışları sıcak duran taş evlerden oluşan, evlerin komşunun manzarasını kesmeyeccek şekilde yerleştirildiği, bahçelerinde portakal, limon, mandalin, asma, zeytin yetişen, begonvil taşan avlu duvarlarının arasındaki gölgeli dar sokaklarda yürürken kapı yanlarına dikilmiş hanımeli kokularını soluduğunuz bir Bodrum…

BL – Dibeklihan’dan söz etmeden geçmek olmaz. “Baş yapıtım” diyebileceğiniz bir tasarım olarak görebilir miyiz?

GT – Dibeklihan bu büyük hayalin küçücük bir örneği diye düşünülebilir. Hani dediğiniz imkânlar olsa işte “böyle yapılabilir”in kanıtı. Otantik mekânların tadını sunan bir yapılaşma örneği. Dibeklihan’a gelen ziyaretçilerin mutluluk tepkileri ve övgüleri bir mekânın insanları ne kadar etkilediğinin kanıtı oluyor. Bu da mimarlık mesleğinin önemini gösteriyor. Mimarlık eşittir mutluluk. Hem yaratırken, hem yaşarken, hem yaşatırken.

BL – Yurtiçinde ve yurtdışında beğendiğiniz, takdir ettiğiniz mimarlar var mı? Bir mimar veya tasarımcının hangi yönü onu beğenmenizi sağlar?

GT – Bu sorunuzu bir yabancı bir yerli mimar ile cevaplayayım: Frank Lloyd Wright. Örnek eser isterseniz şželale Evi. Bu evin çizimine başlamadan önce 6 ay o evin kullanıcıları olan aile ile birlikte yaşıyor. İşte mesleğe ve konuta saygı bu, anlatmak istediğim mimarlık bu. Ve bu evdeki doğayla uyum. Ev şelalenin, şelale evin ve mimar da o doğanın, o ailenin parçası gibi bütünleşmişler.

Bizden örnek ise bir deha, Mimar Sinan ve tüm eserleri. Teknik, estetik, fonksiyon her biri mükemmel çözülmüş. Mekânın akustiğinden, kandilinden (aydınlatma kandili) çıkacak isi toplayıp havasının temiz kalmasını sağlıyacak kadar konunun sahibi bir mimar.

Cumhuriyet Dönemi ile başlatılan mimarlık akımı çok kişilikli ve başarılı örnekleri ile milli bir mimari üslup oluşturmuştu. Ne yazık ki devam ettirilemedi. Gönül isterdi ki Anadolu’da mimari çizgisi olan bir çok kentimizde günün koşullarına uygun bir mimari çizgi oluşturulabilse ve mimarlar bu sınırlara uyarak eserler yaratsa idiler… Bir Mardin, bir Urfa, bir Antakya, bir Bursa, bir Kula, bir Amasya, bir Kastamonu ve çok yazık tamamen kaybettiğimiz bir Karadeniz buna layık değil miydi?

 

Mimar Gülay Tezer’in tasarladığı ve eşi Cenap Tezer’le yarattıkları Dibeklihan’daki evleri.
Evin her bir yanındaki duvar resimleri Remzi Taşkıran, tablolar ise Hakan Esmer tarafından yapılmış.
Evin duvarlarından birinde camaltı sanatçısı Sabri Nuray Gencel’in bir camaltı tablosu da var.
Üstte: Oturma odası. Altta: Yatak odası

 

Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Datça ‘Güzelliğe tapanların şehri’ Bir Hafta Sonu Gezisi

Önceki Yazılar

Denizyıldızı Deniz Kabuklarının Göz Alıcı Ddekoratif Objelere Dönüştüğü Şirin Köşebaşı Dükkanı

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ