Bir kültür gerillası: Bedri Baykam

3408 Kez Okundu





Bir kültür gerillası: Bedri Baykam
İkbal Çiğdem Damar

”Kemalizm birileri tarafından kasten demode gösterilmek isteniyor”.
”Gerek ben gerek Türkiye dünyada ‘disinformation’ denilen bir enformasyonu saptırma komplosuyla karşı karşıyayız”.

”Gerek ben gerek Türkiye dünyada ‘disinformation’ denilen bir enformasyonu saptırma komplosuyla karşı karşıyayız”. (alt başlık)

Bedri Baykam deyince resim, sanat, politika, harika çocuk gibi kavramlarla birlikte pek çoğumuzun zihninde farklı çağrışımlar da oluşuyordur sanırım. Çünkü basında yer alan spermli peçete, erotik kadın güreşleri gibi sansasyonel başlıkları hatırlamamamız imkânsız.

Oysa Bedri Baykam hakkında bilinmesi gereken çok daha önemli şeyler var. Tüm dünyada ses getirmiş bir ilerici ve yenilikçi O. 1984 yılında San Francisco Müzesi’nde dağıttığı manifestoyla, Batılı büyük ülkelerin tekellerine karşı çağdaş sanatta mücadele bayrağını açmış bir sanatçı. Aralık 2004’te Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen San Francisco Manifestosu’nun 20.Yıldönümü sempozyumu bu olayın önemini ve üzerinden 20 yıl geçse de güncelliğini koruduğunu ortaya koyuyor zaten.

Maymunların Resim Yapma Hakkı adlı kitabı dünyada pek çok yabancı dile çevrilip Amerika’da ve Fransa’da derslerde okutulmuş. Sanatta hâkim paradigmaları yerinden sarsacak iddialarla dolu olan bu kitap, egemen sanat öncülerinin gerçek yüzlerini ortaya çıkartıp insanların eleştirilerini arttırmalarına ve tabuları yıkmalarına zemin hazırlamış.

Bedri Baykam, en olmayacak şekilde antidemokratik bir uygulamayla tüzük darbesine kurban edilerek 2003 yılında CHP genel başkanlık adaylığı baltalandığı halde, kişisel davranmayı reddediyor ve sağduyuyla “ilkeleri” öne çıkarıyor.

Tükenmeyen bir enerjiyle ülkede olan bitenlere duyarsız kalmıyor, yazıyor, çiziyor, eylem yapıyor. “Ben sanatçıyım” diyerek kendini elit ve ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmeyip, sorumluluk alıyor. Alaycı yaklaşanlara bile cevap vermeye, iletişim kurmaya çalışacak kadar kendine güveniyor.

Çağdaş Türk Resim ve Sanatı’nın yok sayılmasına itiraz ediyor.

Aşağıdaki satırları okuduğunuzda siz de göreceksiniz ki Bedri Baykam önce insan, sonra bir sanatçı ve vatansever.

Benim yaptığım hiçbir şeyde çelişki yok (Alt Başlık)

– Sizi ressam, yazar, politikacı ve diğer tüm kimliklerinizin yanısıra bir de “kültür gerillası” olarak tanımlarsak, neyle karşı karşıyasınız?

– Gerek ben gerek Türkiye, dünyada “disinformation” denilen enformasyonu saptırma komplosuyla karşı karşıyayız. Bunlar birbiriyle bağlantılı şeyler, pek çok katmanı var. Her yıl aleyhime otuz kırk makale çıkar. İnsanlar yapacakları övgülerde çok cimridir, çamur at izi kalsın diyenler ise çok çalışkandırlar.

– Açıkça söylemem gerekirse, çok yakın zamana kadar ben de sizi antipatik bulduğumu itiraf ediyorum. Ne zaman web sayfanızda birkaç makalenizi okudum, sizinle ilgili fikrim değişti. Açık ve yalın bir şekilde anlatırken siz, hiç ilgisi olmayan cevaplarla polemikler içine çekilmeye çalışılmışsınız. Bağırsa da sesi kapatılan birisi diyebilir miyiz size?

– Aciz kalan bir iftira kampanyasıyla karşı karşıya olduğumu düşünüyorum. Çünkü medyanın dörtte üçünü elinde bulunduran ikinci cumhuriyetçiler ve şeriatçılar son on beş yıldır beraber hareket ediyorlar. Ben Kemalizm’in hâlâ yaşayan en ünlü birkaç sözcüsünden birisi olduğum için -diğer bütün arkadaşlarımız öldürüldü- bu kampanya en çok bana yönelik olarak sürüyor. Onların zavallı, sözde liberal demokrat-özde baskıcı ve faşist beyinlerine göre, beni aşağılamak çok kolay; “O gitsin renkleriyle uğraşsın” gibi. Benim yaptığım hiçbir şeyde bir çelişki yok. Ben insanların özgürce fikirlerini, sanatlarını, dünyalarını ortaya koymalarını, bundan da isteyenin istediğini almasını savunan bir adamım.

Kemalizm birileri tarafından demode gösterilmek isteniyor. Türkiye’nin en açık ve avangart romanını yazan, en avangart resimlerini yapıp resim dilini, toplumun sanata bakışını, otuz yıldır altüst etmiş bir adam kendisi Kemalizm’in sözcüsü olduğu zaman o Kemalizm’in bağnaz, tutucu, yirmibirinci yüzyıla uymayan, değişmeyen, dünyayla uyumlu olmayan bir felsefe olduğunu gösteren teorileri paramparça oluyor. Bunu tek alt etmenin yolu yalanla, sansürle, beni yok sayarak, cevaplarımı deforme ederek, eylemlerimin içeriğini vermeyerek, sağ ve sol iplikleri ters bağlayıp parazit çıkararak, benim dediklerimi halka yalan ve yanlış duyurarak, saldırarak bu kampanyayı sürdürüyorlar.

Yalnız beni değil bakın Yekta Güngör Özden’i, Vural Savaş’ı da yok sayıyorlar. Onlar da Kemalizm’in sözcüsü şu anda. Yekta Güngör Özden’e, Vural Savaş’a yada Erol Manisalı’ya AB konusunda, şeriatçılık konusunda Gözcü Gazetesi dışındaki medya neden “sizin bu konuda o kadar kitabınız var, ne düşünüyorsunuz” diye sormuyorlar da durmadan hep aynı şeyleri tekrarlayan sözde liberal demokrat on tane papağana soruyorlar?

Bodrum kendi kendini yok edecek (Alt Başlık)

– Gelelim Bodrum’a. Sizin Bodrum’unuz nasıl bir Bodrum? Bodrum’u seviyor musunuz?

– Bodrum’a yirmi yıldır her yıl geliyorum. Özellikle son sekiz yıldır her yıl birkaç ay Bodrum’da kalıp, kitap yazıyorum. Atölye değiştirdiğim için 2006’da bu kadar uzun kalamadım. On altı yıldır çalıştığınız atölyeyi taşımak beyin ve kalp ameliyatı yapmak gibi bir şey. Benim Kemik adlı romanım ve en son yayınlanan otobiyografi türündeki Harika Çocuk ve Sonsuz Okyanus kitaplarımın yarısı, hatta dörtte üçü Bodrum’da yazıldı. Ben Bodrum’da iyi çalışıyorum.

– Bodrum’daki son gelişmeleri nasıl buluyorsunuz? Örneğin bu yapılaşmayı?

– Bodrum bugüne kadar kendini beyaz evler, taş evler, tek katlı evler olarak koruyabilmiş. Kuşadası ve Çeşme’nin yapamadığı gibi. Bodrum şu anda bu kendi koyduğu limitlere rağmen kentleşme sürecini bir an gelecek kendini yok edecek noktaya kadar taşıyacak diye korkuyorum. Yani burası yazın on beş milyon kişilik bir metropol haline gelirse buraya tatile gelemezsiniz artık. Buraya tatile gelemediğiniz noktada insanlar gelmemeye başlar, bu kez fiyatlar düşer, bunlar birbirine bağlı şeyler; bir an gelir yeşile önem vermezsiniz, denizin temizliğine önem vermezsiniz, koyun güzelliğine önem vermezsiniz, orman yakarsınız biraz daha arazi elde edip ev yapmak için. Bunları yaşıyoruz. Bodrum’u bekleyen kaçınılmaz tehditler bunlar. Bir yandan alt yapı yetersizliği, trafiğin İstanbul’a dönüşmesi vesaire vesaire, ister istemez Bodrum’un kendi kendini yok etme tehlikesini ben, on beş yirmi yıl içinde görüyorum.

Küratörlerin kendini sanatçılardan daha önemli hale getiren baskıcı bir unsur olmasına karşı çıkıyorum (Alt Başlık)

– Bodrum’daki sanat ortamını gözlemlemek fırsatınız oldu mu? Örneğin Suça İştirak adlı bir güncel sanat etkinliği yapıldı, haberiniz oldu mu?

– Yok ben bu suça iştirak etmedim. Güzel bir girişim yapılmış ama maalesef izleyemedim, katalogunu da görmedim. Var mıydı kataloğu?

– Hayır bir katalog yapılmadı. O etkinlik içerisinde yapılan panelde, konuşmacılar arasında yer alan sanatçı Orhan Taylan, sanatçıları bir küratörün yönetimi ve yönlendirmesine karşı çıkmaya davet etmişti. Hatta kendisinin konuşmacı olarak katıldığı panelin ve suça iştirak temasının etrafında oluşturulmuş çağdaş sanat uygulamalarının yer aldığı bu etkinliğe, gerçek sanatçıların katılmayı reddedeceğini belirterek, katılan sanatçıları ve bizi şaşırtmıştı. Sizin de Aralık 2004’te AKM’de gerçekleştirdiğiniz “Koyun Platformu – Küratoryal şžizofreni” sergisi, küratörlük müessesesine eleştirel bir yaklaşımdı. Birbirleriyle bağlantılandırırsak, Suça İştirak gibi Bodrum için farklı bir bakış açısı sunan bir güncel sanat etkinliğine pek çok değerli sanatçı katıldı, ulusal ve yerel basın bu sergiye yer verdi. Fakat Orhan Taylan gibi değerli bir sanatçımız, tabii ki bunları söylemeye hakkı var, “gerçek sanatçı, bu tarz etkinliklere katılmaz” dedi. Ne anlamamız gerekiyor bizim bu durumda?

– Ben iki yıl önce düzenlediğim “Küratöryal şžizofreni” sanat etkinliğinde kırk bir koyunu getirdim AKM’ye ve sanatçılara dedim ki “siz böyle başınızda çobanla koyun mu olmak istiyorsunuz, özgür sanatçı mı olmak istiyorsunuz? Bu küratörlüğe karşı olduğum anlamına gelmiyor, küratörlerin kendini sanatçılardan daha önemli hale getiren baskıcı bir unsur olmasına karşı çıkıyorum.

Belediyeler, il idareleri, organizatörler ve destekleyenlerin sanatı ciddiye alması lazım (Alt Başlık)

Bodrum bir yaz metropolü. Ankara, İstanbul ve diğer illerden insanlar yazın Bodrum’a geliyor. Türkiye’nin yaz aylarının başkenti Bodrum. Yaz ayları sanatta ölü sezondur, bu dönemi canlı sezona dönüştürme kapasitesi var Bodrum’un. Sanatçıların Bodrum’a önem vermesi normal ve doğal. Bodrum’un da sanatçılara önem vermesi doğal, fakat bunun gittikçe, yapılan hatalardan süzüle süzüle doğru bir noktaya doğru ilerlemesi gerek. Bodrum’da sanat organizasyonları yapılsa da, hak ettiği ölçüde ve nitelikte duyurulmuyor. Duyuru bütçeleri yetersiz kalıyor. Güzel bir etkinlik, duyurusu iyi yapılmadığında boşa gitmiş oluyor. Fon, bütçe, mantık eksik kalıyor. Belediyeler, il idareleri, organizatörler ve destekleyenlerin sanatı ciddiye alması lazım. Pek çok etkinliğin birarada sürdüğü organizasyonlarda sanatı “hadi bu da bulunsun, çeşni” diyerek bir yan etkinlik olarak görmemek lazım.

Gerçek devlet adamları yokluğunda bu ülke bir çağdaş sanat müzesi üretemiyorsa, medyanın büyük gazetelerinin sanata ayırdıkları bir sayfa yoksa, sizin de adınız Fedon’un, Hüsnü şženlendirici’nin yanında küçük yazılır. Bunların hepsi aynı boşluğun, kültürsüzlüğün yan ürünleri.

Sıfır devlet teşviki, sıfır medya yardımıyla, müslüman mahallesinde salyangoz satar durumuna düşürülerek sanat yapmaya çalışıyoruz (Alt Başlık)

– Sizce Türkiye’de sanat ne durumda?

– Türkiye’de sanat üretiliyor, devlete rağmen üretiliyor. Medyaya rağmen üretiliyor. Biz devlet desteği almadan nitelikli sanat yapmayı sürdürüyoruz bu ülkede. Devletin benimle bunca yıldır tek ilişkisi, kitap toplama, yargılama ve beraat etmem konularında oldu. Bir de bizi koruyamaması. Benim gibi Cumhuriyet Gazetesi’nde yazan çok değerli yazarlardan Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı ve diğer aydınlarımız öldürüldü.

Biz bu şartlar altında, ölüm tehditleri altında, sıfır devlet teşviki, sıfır medya yardımıyla, müslüman mahallesinde salyangoz satar durumuna düşürülerek sanat yapmaya çalışıyoruz. şžu resmin anlaşılması için modern sanat tarihinin kökeninin bilinmesi lazım. Picasso’nun özel hayatının bilinmesi lazım, Bedri Baykam’ın kim olduğunun bilinmesi lazım, soyut dışavurumculuk akımının bilinmesi lazım, kolaj bilinmesi lazım, vesaire. Toplumun bütün bunları alacağı çağdaş sanat müzesi yok. Bir tane Eczacıbaşı yapmış, birkaç tane de özel müze açılmış son üç yılda, devlet ise Cumhuriyet döneminde 78140 cami yapmış, sıfır müze yapmış. Bakın yirmi bine yirmi demiyorum, elli bine üç demiyorum, “seksen bine sıfır” diyorum, tarihte böyle bir maç skoru duydunuz mu?

Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin sözde ilerici, Atatürkçü, aydınlanmacı, çağdaş ve her gün Atatürk’e şapka çıkaran fötr şapkalı büyük devlet adamlarımızdan hiç birinin gerçek anlamda Atatürkçü olmadığının baş kanıtıdır. Atatürk yaşarken resim heykel müzesi açmıştır; Ankara, İstanbul’da ve devlet resim sergilerinden devlet koleksiyonuna ciddi paralara resimler almıştır. O paraları o günün Türkiye bütçesiyle orantılayarak bugüne aktarırsanız devletin yılda belki yirmi trilyon liralık resim alması lazım.

Yarıştığımız Fransız, Alman, İtalyan ressamların arkasında kültür bakanlıkları var, Deutche Bank var, Rockafeller Vakfı var (Alt Başlık)

Biz böyle bir ülkede resim yapıyoruz. Sonra ben uluslararası piyasada mücadele ediyorum, yıllardır ülkemi temsil ediyorum. Mücadelesini verdiğimiz Batılı büyük ülkelerin tekellerine karşı çağdaş sanatta ilk mücadele bayrağını açan benim. 1984 yılında San Francisco Müzesi’nde dağıttığım manifestoyla, Maymunların Resim Yapma Hakkı adlı kitabımda detayları var.

Bu bayrağı ilk açan benim, çünkü Batı’da zaten büyük bir önyargı var Batılı olmayan kültürlerin çağdaş sanat yapmasına karşı. Bir de kendi ülkenizde kendi devletinize karşı mücadele ediyorsunuz. Sizin rakibiniz olan, yarıştığınız Fransız, Alman, İtalyan ressamların arkasında kültür bakanlıkları var, Deutche Bank var, Rockafeller Vakfı var şu var bu var, sizin arkanızda yalnız size taş atan, çelme takmaya çalışan bir basın, sıfır destek veren ve sadece sizi sansürlemeye, mahkemeye vermeye çalışan bir devlet ve medyanın yazdığı o alçakça yazılardan dolayı, eğer kitaplarınızı veya röportajları okumamışsa size küçümseyerek, alaylı alaylı bakan bir orta tabaka halk var: “Hadi canım, böyle resim olur mu?” diyen.. Ve siz bunların ortasında bir yanda demokrasi savaşı vereceksiniz, bir yanda özgürlük savaşı vereceksiniz, bir yanda var olma savaşı vereceksiniz…

Siz siyasetle uğraşmazsanız siyaset sizinle uğraşır (Alt Başlık)

– Peki ne öneriyorsunuz, nasıl bir yol izlenmeli sizce tüm bunlarla baş edebilmek için?

Ben mesela kendi adıma sorumluluk alarak toptan bu sorunları çözebilmek için 2003 yılında CHP genel başkanlığına aday oldum. Kendimden çok emindim o kampanyayı yaparken. Kırk bir il gezdim. Benim aday olacağım belli olduktan sonra kurultay hemen ertesi gün, yirmi gün önceye alındı, yani benim kampanya sürem azaltıldı.

Yüzde beş idi o zaman delege imza mecburiyeti, genel başkan adayı olmak için. Ben yüzde on imza götürdüm bütün Türkiye’den. Genel başkanlık seçimine geçmeye bir saat kala yapılan tüzük değişikliği darbesiyle yüzde yirmiye çıkarıldı o oran ve o yıl uygulandı. Düşünün, kampanya bitmiş, süre bitmiş. Bu antidemokratiklik bile değil, buna kargalar güler. Hiçbir cadı veya tilki bile bu kadar hinoğluhin bir planı aynı kurultayda devreye sokmaya cesaret edemez. Bu olayı medya doğru dürüst ortaya koymadı, bilmesine rağmen. Halk oraya gelip on bin kişi, yirmi bin kişi tepki vermedi.

Siz siyasetle uğraşmazsanız siyaset sizinle uğraşır ve işte bakın gider müziğinizi susturur, gider gece kulübünüzü kapatır, adım adım gençliğinizi kuşatır. Adım adım Türkiye’yi İran’a benzetmek için sanatı yok eder, kadın haklarını yok eder, erotizmi yok eder, resmi yok eder, sinemayı yok eder.. Onun yerine Kur’an kursu koyar, din koyar ve kuşatır sizi, üzerinize siyah bir çelik perde atar.

Ben seçilirsem bütün diğer sosyal demokrat ve Atatürkçü partilerle birleşme kararı almıştım. (Alt Başlık)

şžimdi burada toplum ne yapabilir? CHP şu şartlarda demokratik yöntemlerle birleşerek şu şekilde bir araya gelse, ben yüzde kırk beş oy garantisi veriyorum. Kırk bir ilde konuşma yaparken beni dinleyenlerin en az yarısı Baykalcıydı. Bir tek kişi ben konuştuktan sonra çıkıp “ya Bedri Baykam, amma desteksiz attın, nerede yüzde kırk beş oy alıyor CHP? şžu bahsettiğin senaryonun elle tutulur bir tek yanı yok” demedi. Diyemedi çünkü anlattıklarım çok net, çok açık ve tartışmasız dayanakları vardı.

Ben seçilirsem bütün diğer sosyal demokrat ve Atatürkçü partilerle birleşme kararı almıştım. Onların hepsiyle anlaşmıştım. Bakın ne olacaktı; CHP’nin zaten yüzde on sekiz oyu vardı, diğer sosyal demokrat ve Atatürkçü partilerin oyu yüzde dört beş civarındaydı, eder yüzde yirmi iki. Türkiye’de insanların yüzde yirmi beşi oy vermedi. Bunların en az yüzde on beşi sol oydu, “Allah cezanızı versin, ne haliniz varsa görün” diyen. Bu partiler birleşip, bu sefer seçime birlikte girip beraber hareket etselerdi bu yüzde on beş küskün oyun en az yüzde onu buraya gelecek ve edecekti yüzde otuz iki. “Sol güçlendi, bizi şeriatten koruyacak” diyen ANAP ve DYP’nin eskiden beri eski Adalet Partisi’ne dayanan oyu yüzde elli, bunun en az yüzde yirmi beşi laik sağ oydur. O yüzde yirmi beş laik sağ oyun en az yarısı buraya destek verse, hadi o da yüz on olsun, CHP’nin oyu yüzde kırk ikiye çıkacaktı.

Bunun dışında diyecektim ki; kadınlara yüzde yirmi beş milletvekilliği kontenjanı, kırk yaş altındaki gençlere yüzde yirmi beş kontenjan, böylece CHP’nin seçilecek milletvekillerinin çoğu kadın olacaktı, kırk yaş altı olacaktı, onun dışında çok tecrübeli seksen yaşındaki adam yine girebilecekti, yaş haddi de yok.

Böylece sizin televizyonda gördüğünüz o pop star yarışmalarında, aktör yarışmalarında, göbek dansı yarışmalarında meşhur olmak için kuyruğa giren binlerce genç yerine ‘ben belediye başkanı olacağım’ diyen, şu diyen bu diyen bütün insanlar CHP kapısında kuyruk olacaktı. Orada da diyecektim ki, zannetmeyin ki bana ulaşırsanız, Mehmet Sevigen’e ulaşırsanız veya Ali’ye Veli’ye ulaşırsanız siz iyi bir yerde sıraya koyulacaksınız da seçileceksiniz.

CHP’nin tüzüğü benim yüzümden Ortaçağ tüzüğüne dönüştü, utanıyorum (Alt Başlık)

şžu yüzde kırk ikiye, bahsettiğim yöntemlerle CHP’ye eklenecek kadın ve gençlerle bu kaça çıkardı, ben size soruyorum. İşte ben bu senaryoyu önerdim CHP’ye. Bir tek kişi çıkıp da “bu olmaz, bu saçma, bu dayanaksız” demedi. Bütün bu tepkiler ve o konuşmaların ayağa kaldırdığı heyecan dalgası Ankara’ya gittikçe beni durdurmak için bulabildikleri tek formül, şu tüzük darbesi oldu.

CHP’nin tüzüğü benim yüzümden Ortaçağ tüzüğüne dönüştü, utanıyorum. CHP’nin tüzüğünü bu hale getirmiş olmaktan ben utanıyorum. Keşke girmeseydim genel başkanlık yarışına. Ne kadar acıdır ki, şu tüzük darbesi yapılırken bu antidemokratik harekete destek vermiş olanlar, daha sonra gidip kendileri genel başkan adayı oldular ve partinin antidemokrat olduğundan şikayet ettiler.

Türkiye’yi çökertmek isteyenler bunu siyasi partiler üzerinden yürütüyorlar (Alt Başlık)

CHP yönetiminden, bir CHPli olarak en büyük antidemokratik silleyi yemiş kişi Bedri Baykam’dır diyorum; buna rağmen yarın seçim olduğu zaman ben size diyorum ki, CHP’den başka oy vereceğiniz parti yok.

şžu anda meşhur bir laf vardır, derneklere filan söylenen “Efendim, particilik yapmayın”. Türkiye’yi çökertmek isteyenler bunu bir siyasi parti üzerinden yürütüyorlar, peki Türkiye’yi savunmak isteyen insanlar bir siyasi parti üzerinden yürümeyip on yirmi partiye bölünürlerse, otuz derneğe, elli dergiye, yeni kurulacak kırk partiye bölünürlerse o partinin ve o direncin, halk dayanışmasının bir siyasi sonuca ulaşıp ülkeyi veya Türkçülüğü koruması mümkün mü? Değil.

Bana iftira atanların beni dinlemesini isterdim (Alt Başlık)

– Che Guavera’nın yol arkadaşı Alberto Granado ile bir röportaj yapmışsınız. Sizin yaptığınız böyle işler de var. Peki ya siz kendinize hangi soruların sorulmasını isterdiniz?

– Benim en çok isteyeceğim şey şu: Bana iftira atan, benim hakkımda yalan üreten, incir çekirdeğini doldurmayacak yalanları büyüterek dev aynasına tutup halkı etkilemeye çalışan, bütün bu gruplardan en donanımlı üç yüz kişinin bir anfide toplanmasını, sırayla bana en büyük zehirlerini, iddialarını akıtmalarını, benim de buna sakin ve özlü bir biçimde cevap vermemi isterdim.

Bedri Baykam..

1957 yılında Ankara’da doğdu.
CHP milletvekili Dr. Suphi Baykam ve Yüksek Mimar Mühendis Mutahhar Baykam’ın ikinci çocuğu.
Altı yaşında Ankara, Bern ve Cenevre’de ilk eserlerini sergiledi.
1960’lı yıllarda Avrupa ve Amerika’da sergiler açtı.
1975 yılında Paris’e taşındı.
Sorbonne Üniversitesi’nde işletme ve ekonomi tahsili.
1980 yılında Amerika’ya taşındı.
1984’te California College of Arts and Crafts’de resim ve sinema eğitimini tamamladı.
1987 yılına kadar Amerika’da yaşadı ve bu süre içinde de San Francisco, New York, İstanbul ve Paris’te sergiler açtı.
1987’de atölyesini İstanbul’a taşıdı.
1995 yılı CHP kurultayında, CHP Parti Meclisi Üyeliğine seçildi
1999 Aralık ayında, 40 yıllık sanat serüvenini ele alan retrospektif sergisi İstanbul’da, AKM’de açıldı. 2003 yılında CHP kurultayında genel başkan adaylarındandı
"Yurtsever Hareket"in kurucusu
1997 Mayıs ayında gazeteci Sibel (Yağcı) Baykam ile evlendi.
1999 Ocak ‘da çiftin Suphi adını verdikleri oğulları oldu.
Yayınlanmış 19 kitabı var.
89 kişisel sergi açtı.
Güneş, Tempo, Siyah-Beyaz, Cumhuriyet, Aydınlık ve Aksam gazetelerinde köşe yazıları yazıyor.
2 yıl boyunca Artist-Skala sanat dergisinin genel yayın yönetmenliği yaptı.
FBTV’de " 2 F 1 B" isimli bir futbol tartışması sunuyor.

Resimler:
Bodrum Yalıkavak Port Marina’da 12-19 Ağustos 2006 dönemi düzenlenen Ege Festivali grup sergisinde.

bbaykam anma.jpg
Bedri Baykam; Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve diğer demokrasi şehitlerinin uğruna can verdiği değerlerin mutlaka yaşatılması gerektiğini ve anma günlerinin bu değerlere olan inancımızı tazelemek için bir fırsat sunduğunu ama ne yazık ki basında gerektiği gibi yer almadığını belirtiyor.

Bedri Baykam cevreci.jpg
Bedri Baykam inandığı şeyler uğruna mücadele etmekten kaçınmayan gözü kara bir aktivist. Resimde yeşil çevre için katıldığı bir eylemde görülüyor.

Bedri Baykam lozan.jpg
Bedri Baykam, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek öncülüğünde İsviçre’de gerçekleştirilen “Lozan 2005 Buluşması”nda ön sıralarda.


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Ege-Akdeniz mutfağının hediyesi: Zeytinyağı

Önceki Yazılar

Arkeoloji bir aşktır. Sualtı arkeolojisi ise bu büyük aşkın çılgınlığı… Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız’la Başbaşa

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ