Bir Kara İki Ada, Bodrum, Kalimnos, Bozcaada

4600 Kez Okundu





Bir hafta içinde kısa aralıklarla gidip gezdiğim Kalimnos ve Bozcaada’yı Bodrum’la karşılaştırmadan yapamazdım. Her nedense zaten bunu hep yapıyorum, her gittiğim yerle Bodrum’u kıyaslıyorum. İşte bu yazımın konusu: Kalimnos ve Bozcaada’nın bir gezgin gözüyle Bodrum’la karşılaştırılması. Komşu Yunan adası Kalimnos ile başlayalım.

Kalimnos, hâlâ o güzel Ege mimarisine sahip…  
Turgutreis ve Gümüşlük’ün tam karşısında ufukta sıralanmış silüetlerden birisidir Kalymnos Adası. Bir coğrafya, bir turistik yer değil sizin gözünüzde canlandırmak istediğim; hani Foça gibi, Cunda gibi eski sokakları, evleri bugüne ulaşabilmiş yerlerde fark ettiğimiz, Ege kıyıları boyunca belli belirsiz varlığı hissedilen, can çekişen bir ruhun karşınızda canlanıvermesi gibi bir şey Kalimnos Adası’nı görmek.
Sabahleyin Turgutreis D-Marin’den kalkan feribotumuz neredeyse yarım saatten az bir sürede Kalimnos Adası’nın Pothia Limanı’na vardığında kulağımda Zift müzik grubunun “Ah Bir Ataş Ver” parçası çalıyordu:
“Buyrun ben Astsubay Selami.
Kaç kişisiniz?
22 kişiyiz.”
Biliyorum ki bu türkü Ege Denizi’nin diğer ucunda Çanakkale Boğazı’nda batan Dumlupınar denizaltısında dipte mahsur kalıp ölen denizcilerin türküsüdür.

Sünger ve deniz

Türkünün hikâyesi bana süngercilikle özdeşleşmiş bu adada “kim bilir denizde yaşanmış acılarla yazılmış ne çok ezgi, ne çok öykü vardır?” diye düşündürüyor. Onlarda da bizde olduğu gibi hikâye anlatıcılığı ve ozanlık geleneği olduğundan bir köy kahvesinde elinde bastonuyla tahta sandalyesine oturmuş, etrafını çevreleyen gençlere acıklı süngerci öyküleri anlatan bir Yunanlı dede canlanıyor gözümde.

Kalimnos’un gümrük kapısı

Yakıcı sıcak ve bir türlü ilerlemeyen sıra beni kendime getiriyor. Güneşin altında -görünürde gölge hiç bir yer yok, küçücük bir gümrük binası- bu kadar kişi bekleyip duruyoruz. Çantaların içini açıp bakarak kontrol ediyorlar, teknik olanakları buna elveriyor. Kalimnos gibi küçük bir adanın gümrük kapısı ile Bodrum’unkiler kıyas kaldırmaz. Bodrum’un gümrük kapısı girişleri buraya göre son derece konforlu, düzenli, teknolojik olarak gelişmiş ve modern.

Manzara dediğin..

Gümrükten geçtikten sonra ilk işimiz araba kiralamak oluyor. Sıcaktan ve beklemekten sırılsıklam terlemiş olarak bindiğimiz kiralık otomobilde hemen klimayı çalıştırıp yola koyuluyoruz. Kalimnos Adası’nın merkezi Pothia’dan bir kıyı köyü olan Masouri’ye giderken etrafımızı çevreleyen bakımlı eski evler, sokaklar, asırlık ağaçlar, elle çizilmiş gibi duran güzel yazıların olduğu tabelalar hoşumuza gidiyor. Çok geçmeden karşımızda Mirties ve onun karşısında da Telendos Adası belirdiğinde içim kıpır kıpır oluyor. Yıllar önce bir yakınımın “manzara dediğin nedir ki, bir görürsün iki görürsün sonra duvarında asılı bir resimden farkı kalmaz” sözünü hatırlıyorum. Bende öyle olmuyor nedense. Doğa benim için her zaman heyecan verici.

Kalimnos’da zaman
durmuş gibi..  

Her ne kadar adanın en turistik yerleri olarak bilinseler de Mirties ve Masouri Bodrum’la kıyaslandığında sakin, gürültüsüz ve daha bir köy havasında. Sadece Bodrum’a değil, Gündoğan, Yalıkavak veya Gümüşlük’e göre bile çok yavan. “Yavan” kelimesiyle Kalimnos hakkında olumsuz bir şey söylediğim sanılmasın. Bodrum yarımadasının en sakin köşesindeyken bile “her an her şey olabilir” gibi bir beklenti içindedir insan. Sahilde yürürken çok ünlü birini görebilme, akşam renkli bir eğlenceye katılabilme veya en sevdiğiniz sanatçının konserine gidebilme ihtimali hep yanıbaşınızda durur. Dikkatinizi çekerim; “sevdiğiniz” değil “en sevdiğiniz” sanatçı diyorum. Oysa Kalimnos’da bu seçenekler çok fazla değil. Hatta Kalimnos’da zaman bir yerde durmuş gibi bir hisse de kapılabilirsiniz. Bu durumun kendince bir güzelliği olduğunu düşünüyorum.

Sağda solda duvar diplerinde az önce sulanmış gibi duran fesleğen saksılarıyla, temiz ve bakımlı bahçeleriyle, kimi ferforje kimi ahşap masa sandalyeli ve çiçekli balkonlarıyla içinde yaşam olan evlerin adası Kalimnos’u ben bu “zamanı durdurmuş” haliyle sevdim.

Elbise askılı
plaj şemsiyeleri!

Masouri’deki otelimize varıyoruz ve odamıza yerleşir yerleşmez çıkıp denize girecek yer arıyoruz. Çok az yürüdükten sonra sahile inen merdivenlerden sonra işte karşımızda plaj! O kadar sıcak ki hemen denize girip serinlemek istiyorum fakat sürekli denizin içinde kalamayacağımız ayrıca kitabımızı okumak, dinlenmek de istediğimiz için gölge bir yere ihtiyaç var. Sonunda plajda iki şezlong ve bir şemsiye için 7 Euro ödüyoruz. Uzanıp güneşlenirken diğer şemsiyelere bakınca hepsinde çıkarılmış giysilerin bir elbise askısına asılmış olduğunu görünce gülümsüyorum.

Kalimnos’a has
sandviç

Birer peynirli – domatesli sandviç ve içecek soğuk bir şeyler söylüyoruz. Gelen sandviçlerin içine çok az zeytinyağı ve limon kekiği olduğunu tahmin ettiğim bir baharat koymuşlar, sandviçe ayrı bir tat katmış. “Bu baharatın adı nedir?” diye soruyorum servisi yapan Yunanlı gence; “Sadece Kalimnos adasında yetişen bir baharat” diyor. Bir sandviçi bile sunarken kendilerine has şeyler eklemeleri, turizm konusunda onları bir adım öne çıkarıyor. Bodrum sahillerinde de plaja servis yapılıyor fakat bizim plajlarımız genellikle çok kalabalık olduğundan mıdır nedir, bu tarz inceliklere pek rastlamadım. Yapanlar vardır da bana denk gelmemiş olabilir, örneğin Kısmet Lokantası’nın yaptığı gibi Türk kahvesi verilirken yanında bir kaç Bodrum mandalinası lokumu ikram
edilebilir.  

Kalimnos’da küçük bir ada turu

Ertesi gün haritamızı ve Dost Yayınevi’nin “Yunan Adaları” adlı kitabını da yanımıza alarak ada turu yapmak için sevimli kiralık otomobilimize atlıyoruz. Güzergâh şu: Masouri’den yola çıkış, Myrties, Kamari, Khorio, Pothia ve öğle yemeği için Rina’da mola, sonra Platanos, Metokhi, Arginonta, Emporeio, tekrar Arginonta, Kastelli, Armeos ve başlangıç noktamız Masouri’ye dönüş. Zaten ada bu kadar. Yol kenarlarının yeşil olmasına önem verilmiş Kalimnos’ta. Genel olarak bitki örtüsü zayıf olan adada yolların kenarına zakkumlar, ağaçlar dikilmiş ve bunları korusun diye tahta kafeslerle çevirmişler. Çoğu yerlerde ne yazık ki sadece kafesler kalmış, bitkiler yaşayamamış olsa da bu çabayı takdir ediyor insan.

Yeşil bir vadi: Vathy

Pothia’dan sonra Rina yolunda denizin ufkunda irili ufaklı adaların arkasında Bodrum yarımadası görünüyor. Memleket işte, gözlerimiz hep oraya takılıyor. Derken yol karşımıza öyle bir deniz girintisi çıkarıyor ki, dikkatimiz bu yöne çevriliyor. Bu deniz girintisi bir ırmak inceliğinde karaya doğru uzanmış ve ucu yokmuş gibi. Ucunu gördüğümüzde ise yeşil bir vadinin eteğinde sanki maketmiş gibi duran sevimlilikleriyle yerleşim yerlerini de görmüş oluyoruz. Hemen resmini çekmek geliyor içimden fakat hava çok sıcak, klimanın soğuttuğu arabadan bu öğlen saatinde dağın başında inmek bir zulüm! Vazgeçiyorum ve “aşağıya indiğimizde yakından çekerim” diyorum.

Kalimnoslu Yannis’den Bodrumlu “kardeşi”
balıkçı Yalçın’a selam var!

Dolambaçlı ve dar bir yolla tepeden inerek ulaştığımız Rina; bahçe içlerindeki kireç badanalı, avlulu köy evleriyle, taştan örülmüş bahçe duvarlarıyla, bu duvarları sarmalayan renk renk çiçekleriyle büyüleyici bir yer. Daracık köy yolunun sonunda ulaştığımız deniz kıyısındaki meydana ve “ırmağın bittiği yer” gibi duran bu küçük koya hayran kalıyoruz. Öğlen yemeği için isabetli bir seçim yaptığımıza sevinerek, bu meydandaki küçük bir restoranda önce serin içkilerimizi yudumlayıp arkasından da hâlâ tadı damağımda kalan ahtapot ızgaralarımızı yiyoruz. Hesap bizi şaşırtıyor:  içkiler – kırmızı şarap, salata, ahtapot, her şey iki kişilik toplam 22 Euro! Bodrum’da böyle bir yemeği  bu kadar ucuza yiyemezsiniz!

Meydanda bir dükkânın önünde hediyelik eşyalara göz gezdirirken pos bıyıklı dükkân sahibi yanıma yaklaşıyor. Türk olduğumuzu anlamış, nereli olduğumuzu soruyor. “Bodrum” deyince heyecanlanıyor, balıkçı Yalçın’ı tanıyıp tanımadığımızı soruyor bize. Kısa bir sohbetten sonra eskiden süngercilik yaptığını, daldığını öğreniyoruz. Yunanlılar ve Türkleri kastederek “biz yalnızca dost değil, kardeşiz kardeş!” diyor gözleri dolarak… Anlıyorum ki derin anıları var, gözlerinin derinine baktığımda ben de gözlerimin dolmasını engelleyemediğim için bakışlarımı yere eğip “hoşçakal” diyerek uzaklaşıyorum. Ada turumuza Arginonta, Kastelli, Armeos üzerinden devam edip akşam saatlerine doğru Masouri’de sonlandırıyoruz.

Taverna, sirtaki ve
“Konyalım yürü”

Gündüz denize girdiğimiz sahildeki tavernaya akşam yemeği için gidiyoruz bu kez. Bütün gece yaşlı genç demeksizin coşkuyla sirtaki yapan Yunanlı dostlarımızın her şarkıda ayrı figürlü danslar sergilemesi, yöresel halk danslarına ne kadar sahip çıktıklarının bir göstergesi. İzlediğim gösteri nedense bana eski Türk filmlerini çağrıştırıyor. Dalmış izliyorken mekân sahibi genç adam yanıma yaklaşıp kulağıma eğiliyor ve “bu şarkı İzmir’i anlatıyor” diyor. Sonra bizim “Konyalım yürü” diye bildiğimiz şarkı çalmaya başlayınca ben eğilip diyorum ki “bu şarkı bizde çok çalınır söylenir Türkçe olarak”.
şžaşırıyor.
Kos üzerinden Bodrum’a dönüş
Ertesi sabah adadan ayrılmak üzere yola çıkıyoruz. Pothia’ya varıp kiralık arabamızı teslim ediyoruz. Yürüme mesafesindeki Pothia’da Arkeoloji Müzesi ve Sünger Fabrikası olarak bilinen müzeyi geziyoruz. Akşam üzeri Dodekanisos Seaways firmasının feribotuyla Kos’a ve oradan da Turkish Sealines firmasının feribotuyla Bodrum’a dönüyoruz. Kalimnos belleğimde hep hatırlayacağıma inandığım bir iz
bırakıyor.

İstikamet Bozcaada
Bodrum’a geldikten bir kaç gün sonra bize Bozcaada yolları görünüyor ve arabamıza atlayıp yola koyuluyoruz. şžair Pablo Neruda demiş ki şiirinde:
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler..
Öğleden sonra Bozcaada’da Ege Otel’deyiz. Ege Otel eskiden okulmuş. şžimdi her bir odası bir şairimize ithaf edilmiş ve odaların kapılarına bu şairlerden seçme dizeler yazılmış. Ayrıca duvarlarında sanatçı Solmaz Aksoy’un eserleri yer alıyor. şžansa bakın İlhan Berk’e ithaf edilmiş oda bize düştü. Kahvaltısı çok güzeldi. Akasya reçeli bile vardı.
Ege’nin nazar boncuğu
Bozcaada’yı her an âşık olmaya hazır genç bir delikanlıya
benzetiyorum

Öyle cıstak cıstak anlamında değil ama kıpır kıpır bir yer. Sanki herkes yapacak bir işi varmış gibi, sevinçli bir telaş içinde. Bana eski Bodrum’u hatırlatıyor. Burada Kalimnos’da olduğu gibi zaman durmuş değil, hızla akıyor. Kışın Bozcaada’dan da el ayak çekilince sokaklarında in cin top oynuyordur ama yaz sezonu öyle değil. Sokak aralarında yürürken evlerden sesler geliyor kulağıma, kiminin neşeli kahkahasını, kiminin kızgın bağırışlarını duyuyorum. Bozcaada’yı içi içine sığmayan her an âşık olmaya hazır genç delikanlıya; Kalimnos’u ise gözünü uzaklara dikmiş, hüzünlü bilge adama benzetiyorum. Hadi Bodrum da para kazanmanın tadına varmış, ayran gönüllü yetişkin olsun.
 Bozcaada’nın şansı;
yazar-çizerleri,
şairleri ve sanatçıları

Bu kadar küçük bir yer olmasına rağmen sanatı, kültürel değerleri el üstünde tutan bir kesimin önderliğiyle ve etkili olmasıyla Bozcaada pek çok Ege kasabasına göre bir kaç adım önde. Örneğin Bozcaada’da yaşayan gazeteci-yazar Haluk şžahin tarafından on yıl önce başlatılan “Ozanın Günü ve İlyada Okumaları” etkinliği, Hakan Gürüney ve Bozcaada Kaymakamlığı’nın ortak projesi olan Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi ve Bozcaada Müzesi gerçekten takdiri hak eden ve Bozcaada’yı zenginleştiren, farklı kılan, öne çıkaran çalışmalar.

Bozcaada da tıpkı Bodrum gibi sanatçıları kendine çeken bir yer. Adadaki ilk sanat galerisi diyebileceğimiz yer Özcan Hanım’ın Rengigül Konukevi olmuş.

Bozcaada Sanat Evi
ve Itırlı Bahçe

Son yıllarda ise Bozcaada’nın çekim merkezi, Belgin şžahin’in yönetimindeki Bozcaada Sanatevi. Sadece sergiler değil mini konserler, çalıştaylar ve kültür sanat sohbetleriyle adanın kültür yaşamında bir rol üstlenmiş. Uğramadan geçemeyeceğiniz bir yer. Bir “konsept bahçe” diyebileceğimiz “Itırlı Bahçe”nin buraya katkısını göz ardı etmemek gerek. Bu bahçenin bahçıvanı ise gazeteci-yazar Haluk şžahin.

Kalimnos’da başlıca gezip görülecek yerler

Arkeoloji Müzesi: Pothia’da bulunan müzede Cilalı Taş ve Tunç Çağı buluntuları ve tanınmış adalılara ait bazı eşyalar sergileniyor.
Sünger Fabrikası: Pothia’daki müzede adanın sünger tarihine dair bir koleksiyon ve çeşitli dalma donanımlarını görebilirsiniz.
şžövalyeler Kalesi: Khorio’da yolun sonunda kale kalıntılarına ulaşabilirsiniz.
Pera Kastro Hisarı: şžövalyeler Kalesi’nin yukarısında, Khorio’dan merdivenlerle ulaşılabilen hisardır.
Yedi Bakire Mağarası: Nympha’lara tapınılan döneme ait izler bulunan ve Pothia’nın kuzeydoğusunda yer alan bu mağarada efsaneye göre korsanlardan kaçan yedi bakire dipsiz kuyuya düşmüş ve kaybolmuş.
Agios Khristos Katedrali: 19. yüzyılda yapılmış olan bu katedralde ünlü Yunan sanatçı Giannoulis Khalepas’ın yaptığı bir sunak bulunur.
Aziz Savvas Manastırı: 1862-1948 yılları arasında yaşamış olan ve Yunan Ortodoks Kilisesi’nin
tanıdığı en son azizlerden, pek çok mucizesi olduğuna inanılan Aziz Savvas’ın hayatının son yirmi senesini geçirdiği manastır. Pothia’nın güneybatısında, kenti kuş bakışı görebileceğiniz bir tepede.
Pothia limanını girişindeki denizkızı heykeli: Tanınmış Yunanlı iki heykeltraş İrene ve Mikhalis Kokkinos’un adaya bağışladığı 43 eserden birisidir.

 

Türk Kahvesine “Greek Cafe”
denmesi meğer politik bir
örtmece imiş!  

Yazıda kahveden bahsedince söylemeden geçemeyeceğim; bildiğimiz Türk kahvesini sadece Yunanistan’da değil yurtdışında diğer pek çok ülkede de “Greek cafe” diye istemek yok mu, insanın tuhafına gidiyor. Yüzyıllardır Türk kahvesi olarak kendi kültürünü de yaratmış olan kahvemizi kimse “Türk kahvesi” olarak bilmiyor çünkü. Neredeyse şüphe etmeye başlıyordum “biz mi yanlış biliyoruz yoksa?” diye fakat biraz araştırınca üzülerek gördüm ki Türk kahvesine “Greek cafe” denmeye başlanması tamamen politik bir örtmece. İşin ucu çok yakın bir tarihe, 1974 yılına, Türk ordusunun Kıbrıs’a yaptığı çıkartmadan sonra Yunanlıların bir protesto olarak yaydıkları eyleme uzanıyormuş meğer. Bundan sonra nerede olursam olayım Türk kahvesi isterken “Greek cafe” demeyeceğim. Bununla ilgili bir anekdot aktarayım size; 2004 şžubat’ında New York’ta Rum tarafı ve BM Genel Sekreteri Annan’ın katıldığı Kıbrıs müzakerelerinde Annan liderlere kahve teklifi yapmış ve bunun Türk kahvesi mi, yoksa Yunan kahvesi mi olduğunu sormuş. Papadopulos ise gülerek, “hayır Türk kahvesi istiyorum, çünkü Yunan kahvesi diye bir şey yok” yanıtını vermiş.

 

28 – 30 Eylül 2012 The North Face Kalimnos Tırmanış Festivali

Dünyaca ünlü Kalimnos Tırmanış Festivali bu yıl 28 – 30 Eylül 2012 tarihleri arasında düzenleniyor. Festival kapsamında düzenlenen büyük tırmanma yarışına sadece 12 davetli tırmanıcı katılabilecek. Diğer tırmanıcılar ise erkekler, bayanlar ve çiftler kategorilerinde gerçekleşecek iki farklı tırmanış maratonunda kendilerini sınayabilecekler. Yarışmalara ek olarak şenlik programında çalıştaylar, sunumlar ve partiler de yer alacak. Ayrıca yarışmalara katılan/katılmayan birçok ünlü tırmanıcı da bölgede tırmanıyor olacak. Bu yılın davetli katılımcılarından bazıları şöyle: Yuji Hirayama (Japonya), Hansjörg Auer (Avusturya), Simone Moro, Hervé Barmasse ve Jacopo Larcher (İtalya), Caroline Ciavaldini (Fransa), Iker ve Eneko Pou (İspanya), James Pearson (İngiltere). Festival ile ilgili ayrıntılı bilgi için: www.thenorthfacejournal.com

 

Bozcaada’da bir Kuşlu Konak

Bozcaada öyle bir yer ki burada sokakların, evlerin bir kişiliği var. Örneğin İğdeli Sokak. Görseniz “bu sokağın ismi iğdeli sokaktan başka bir şey olamaz” dersiniz. Bakınız, Kuşlu Konak. Hakikaten de üstünde duvarına yontulmuş bir kuşu var. Kuş heykelini 1850’li yılların başında taş konağı yapmaya başlayan taş ustasının yonttuğu tahmin ediliyor. “Kuş kondurmak” deyiminin kökeni bizim bilmediğimiz böyle bir geleneğe mi uzanıyor? diye düşünmeden edemiyorum.

Kuşlu Konak, Bozcaada’nın gururu olmaya aday. Çok özen, çok çaba harcanarak restorasyonu daha bu yıl tamamlanabilmiş. Üst kattaki 3 odaya eskiden konağın sahibi olan Rum aile üyelerinin adları verilmiş. Giriş katındaki iki odadan birisi konağı yapan taş ustasının, tek suit oda olan diğer oda ise otel sahibesinin merhum eşinin adını taşıyor. Buraya “butik otel” demeye dilim varmıyor. Kalacak olanlar için sıcak bir ev olacak burası. Odaların her biri farklı dekorasyona sahip ve eşyaların hepsi gerçek antika. Halılar ona keza. Perdeler, yatak örtüleri özel dokunmuş kumaşlardan dikilmiş. Bozcaada kent merkezinde kendi özel plajı olan tek konaklama yeri. Plaj, konağın 20 metre ilerisinde.

Kuşlu Konak, Bodrum’da Ortakent’teki “Ada Ev” ile kıyaslanabilir ancak. Osmanlılar zamanında Sancak Beyi Mustafa Paşa’dan kalma taş kule evin restore edilerek geçtiğimiz yıllarda tek odalı bir otele dönüştürülmesiyle faaliyete geçen Taş Ev ayarında bir yer, Kuşlu Konak.

Sonuç olarak

Kalimnos ve Bozcaada gerçekten güzel ve görülmeye değer. şžairin biri “ben Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü severim” demiş ya, o kadar da değil tabii ama benim gözümde Bodrum başka bir yer ve galiba hep de öyle kalacak!


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Bodrum’un ilk Avm’si… Oasis Alışveriş ve Kültür Merkezi

Önceki Yazılar

Bodrum’da Hediyelikler Harika

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ