‘Mori Fatma, Reçel getir’ ‘Bir Giritli için en büyük yıkım Girit’ten sürülmektir’ Girit Atasözü

1530 Kez Okundu

Yazı ve Resimler:
Reyhan Bayındır Gönenç
20 Ağustos 2011

Küçük kız iki katlı sakız tipi evin üst katını aşağıya bağlayan merdivenin trabzanından her günkü gibi kayarak indi. Artık boyu uzamıştı, zorlanarak da olsa zemine inmeği başardı.
Annesi yaz sıcağında öğle uykusunda idi, birlikte yatmışlar o annesini uyutmuştu yine. Avludan geçti, çok geniş olmayan çift kanatlı, mavi boyalı, üstü taş kemerli ahşap bahçe kapısını yavaşça açtı.

Eşikteki antik taşı o an hiç önemsemeden atlayarak, toprak denilemeyecek ‘kum’ sokağa attı kendini. Zaten orası “Kumbahçe” mahallesiydi. Sıcak yaz öğleden sonrasında kemerli çıkmaz sokakta bir o,  bir de ağustos böcekleri vardı. Kendini çok yalnız hissetti. Sokağın denize bakan tek çıkışına doğru yürüdü, sola döndü. “Memetali” açıktı! Kapısının önünden önce koşarak geçti, içerideydi. Gözlüklerinin arkasından bir şeyler okuyordu gene. İkinci turda içeri girme cesaretini gösterdi. Üstünde, örgü saçlı kara kızlar olan sakızlardan alacaktı. Canı sakız istediğinden değil de canı sıkıldığından. Memetali bakkal pirinç, nohut, fasulye çuvallarının arkasından, gözlüklerinin üstünden bakınca korktu, ne söyleyeceğini bilemedi. Sakızları işaret etti. “Beş kuruş” dedi Memetali. Vardı işte beş kuruşu! Uzattı,  Memetali hala sert bakıyordu. Sakızını aldı, usulca kapıya yöneldi, tek basamağı zıplayarak geçti, dışarı çıktı.

Mehmetali bakkalın sertliğini yıllarca anlayamadı. Ama o zemini, rafları, tezgâhı koyu renk ahşap olan, hiçbir zaman gönlünce keşfedemediği bilye satan bakkal dükkânını hiç
unutamadı.

Unutamadığı yalnızca Mehmet Ali bakkal değildi. Arka komşuları Zehra teyzenin ağızda dağılan un kurabiyesinin tadını, Melek hanım teyzenin kahve yanında ikram ettiği turunç reçelini sunuşunu hep anımsadı. Küçük kız her gün onlara gitse de, kızına; “Mori Fatma, reçel getir!” deyişini, onu bir önemli konuğunu karşılar gibi karşılayışını, minik kirli ayakları kar gibi beyaz divanlara buyur edişini, hiç mi hiç unutmadı.

O kültürün sevgi ve hoşgörüye dayanan esprili, manili birbirleriyle atışmalarını hep özlemle aradı.

Selçuk Erez’in deyimiyle, bu kentin peşine düştü yıllarca,
o kenti andı ayrıldığı günden beri küçük kız, Cevat Şakir’in kitaplarını okudu. Çocukluğunda görmüştü onu,
okaliptüslerle uğraşırken. “Merhaba!” nın ne kadar içi dolu söylenebileceğini balıkçıdan mı öğrenmişti,  yoksa okumuş muydu bir yerlerde ayrımına varamadı.
Ama artık ayrımına vardığı değerler vardı. Neresi olduğu, güzelliği, zenginliği önemli değildi. Her insan doğup büyüdüğü, yaşarken mutlu olduğu toprakları, o toprakların kültürünü özlüyordu. Bazen orada doğmak bile gerekmiyordu. Benimsemek, kendini o kültüre ait hissetmek yeterliydi.

Belkıs Öztin Koparanoğlu’nun “Karşı Kıyılardan Bodrum’a” adlı kitabında anlattığı Galimyalı Eleni’nin Bodrum’daki evini arayışı ve buluşundaki trajedinin aynısıydı, Saba Altınsay’ın “Kritimu” (Benim Girit’im) adlı kitabındaki bir Türk ailesinin Girit’ den koparılışının öyküsü, birebir aynı.

Sorun salt ayrılışlar değildi elbette, insanın buna zorunlu kılınmasıydı. Bir an için düşünün lütfen, sevdiğiniz, yaşamaktan keyif aldığınız evinizden, sokağınızdan, şehrinizden, en önemlisi ait olduğunuza inandığınız topraklardan sizden kaynaklanmayan nedenlerle ayrılmak zorunda kaldığınızı ve gittiğiniz topraklarda hor görüldüğünüzü. İşte o zaman gidilen yer cennet, terk edilen toprak çöl de olsa, bu göç mutlu etmez insanı…

 

Her mübadele acı ve özlem doludur.
Her terk edilmek zorunda kalınan yer dünyanın en güzel yeri, o yerin meyveleri de cennet meyvesidir. Bunun içindir ki Halikarnasos’tan Girit’e göçmek zorunda olan Rumlar Bodrum’un balığını, karpuzunu nasıl unutamadıysa, Girit’ten Bodrum’a göçen Türkler de unutamamıştır, Girit’in “çikudia” sını, “dakos” unu. (*)

Trajikomiktir ki Bodrum’dan Girit’e göçen Rumlara oradaki Rumlar  ‘Türk tohumu’ derken, Girit’ten Bodrum’a gelen Türklere de ‘gâvur’ denmiştir. Bir isim vermek gerekiyorsa; ayrı dinlerde
olsalar da birlikte yaşayan, kültürlerini harmanlayarak paylaşan iki topluluğa
‘Giritliler’ denilemez miydi?

Girit’e gittiğimde,  Hanya’daki kapalı çarşıda zeytinyağlı, defneli, kekikli kuru fasulye eşliğinde ouzo içerken oralardan dönesim gelmemişti. Çünkü orası daha çok eski Bodrum’du. Bağıran, hello diyen satıcılar yoktu. Dekolteli genç kızlar gece geç saatlere kadar sokaklardaydı. Öğle vakti kahvede küçük bir kadeh ouzo içen yaşlılar sohbetleri arasında tebessümle selâmlıyordu bizi. Herkesin özgüveni yüksek, herkes
mutluydu.

Bu özlemden midir bilinmez, Girit’ten göçen başı futa örtülü Bodrum’lu teyzeler, akşamüstleri sandalyelerini alır, Giritli mahallesinde yüzleri denize dönük oturur hep ufka bakarlardı.
Giritli göçmen bir aileden gelen Zehra Abla’mın dediği gibi karşılıklı acılar yaşanmıştı, hem bu topraklar da hem o topraklarda. Bu acıları azaltmak için ve yok olmağa başlayan bir kültürü yaşatmak adına yapılan her çalışma çok önemli.
Bu bağlamda yıkılmağa terk edilerek daha sonra yerine Halk Eğitim Binası yapılan, Aya Nicola kilisesinin eski haline getirilerek Bodrum kültürüne iadesini umutla bekliyoruz.

 

Turunç reçeli
tarifi ve Girit usulü sunumu

Turunçlar rendenin en ince kısmı ile çok bastırmadan törpülenir. Çok rendelenmesi önerilmez, kararında olmalı ki kokusu baskın olsun. Rendelenen meyvelerin kabukları portakal dilimlenir gibi bıçakla çizilir, yarım ay şe-kilde kabuklar elde edilir. Bu kabuklar kıvrılarak içe doğru yuvarlanır. Elde edilen rulolar yorgan iğnesi ile ipe dizilir. Tencerede kaynayan su içine atılır. Beş on dakika kaynatılır. Bu arada bir kapta soğuk su hazır bekletilir. Kaynayan turunçlar soğuksuya alınarak şoklanır. Bu işlem üç kez tekrar edilse de ben iki kez yapıyorum. Daha sonra ipinden çıkarılan meyveler tencereye konur, üzerine ağız tadına göre meyvenin bir veya bir buçuk katı kadar şeker konur. Bir saat kadar bekletilir, su konmaz. Önce kısık ateşe alınır, sulanınca kaynamağa bırakılır. Kıvamı gelince limon sıkılıp ocağın altı ka-patılır. Biraz soğuyunca cam kavanozlara aktarılır.

 

Gelelim kahve yanında Girit usulü
sunumuna!

Kenarları marul şeklindeki özel cam kâseye konan reçel tepsinin ortasına yerleştirilir. Tepsiye iki bardak konulur. Bardakların birinde konuk sayısı kadar kaşık, diğerinde su vardır. Bardaktaki kaşık alınarak reçel yenir,  su dolu bardağa bırakılır. Pratik bir servis oluşu kadar, güzel de görünür.

Afiyetle…

**Çikudia: Dut veya erikten damıtılarak yapılan Girit içkisi.Dakos: Peksimet üstüne domates rendesi, beyaz peynir, zeytinyağı, kekik konularak yapılan bir çeşit salata.

 

Konu Yazarı : Reyhan Bayındır Gönenç

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Yeni yüzüyle Neyzen Tevfik Caddesi Bodrum’un en gözde yeri.

Önceki Yazılar

‘Herşey Dahil’ Bodrum’lu turizmci Alpaslan Işık’ın otelcilik anıları kitaplaştı

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ