Bodrum’un ‘Apollo Dönemi’… Sanki Bodrum’da bir ‘Apollo Dönemi’ varmış ve arkeologlar da kalemizde ‘Moselium’un sarayını’ arıyormuş!

290 Kez Okundu





Bodrum’un “Apollo Dönemi”     Sanki Bodrum’da bir "Apollo Dönemi" varmış
ve arkeologlar da kalemizde "Moselium’un sarayını" arıyormuş!

Yağmurun yaşam için ne kadar gerekli ve yararlı olduğunu bilmemize rağmen, hava kapattıkça insan ister istemez kara bulutlu kış günlerinin getirdiği kasvetin içinde buluyor kendini. Ara sıra bulutların arasından kendini gösteren güneş, sevdiğimiz birinden işittiğimiz tatlı bir söz ya da yaşanan herhangi hoş bir olay gibi hüznümüzü dağıtmaya yetiyor çoğu kez. Ancak yağmurlu kış günlerinin yarattığı kasvetin üstüne bazen olumsuzluklar da eklenince, hüzün keyifsizliğe, kötümserliğe hatta ümitsizliğe dönüşebiliyor.

Bugünlerde, görünürdeki tüm olumlu göstergelere rağmen, itiraf etmeliyim ki kötümserlik ile ümitsizlik arasında bocalamaktayım. Turizm sezonunun gayet iyi geçtiği, enflasyon oranının tek haneli rakamlara indiği ve Avrupa Birliği kapılarının Türkiye’ye iyice aralandığı bir yılın sonunda karamsarlığa kapılmak hiç hoşuma gitmiyor ama bu arada biriken olumsuz ayrıntıları görmemek ya da yok saymak elimde değil. Bu ufak sorunların hiç biri tek başına önemli olmayabilir ama karanlık ve yağmurlu kış günlerinin kasvetinde, bir de bu küçük sıkıntılar ard arda diken gibi batınca keyfim tamamen kaçıyor.

İşte böyle bir günde, birikmiş gazete, dergi, yazı vb. arşivlemeye koyulduğumda elime geçenler batmaya başladı. Örneğin bir yerel gazetenin başlığı şöyle diyordu: “Bodrum Kalesinde Apollo Dönemine Ait Tablet Bulundu.” Gazetenin basıldığı günlerde bu haberi okuduğumda hem gülmüş, hem sıkılmış ve tabii hem de utanmıştım. Çünkü o günlerde ben, haberin kaynağı olarak gösterilen (ve soyadı gazetede yanlış yazılan -bu ne yazık/ayıp ki yazılı basınımızda maalesef yabancıların çoğunun başına geliyor) Danimarkalı arkeolog ile video çekimleri yapıyor, bilgisine başvuruyordum. Söz konusu başlık ve yazı konusunda çok fazla konuşmak istemeyen Danimarkalı arkeolog yalnızca bir cümle ile o haber için kendisine başvuran muhabirin acizliğini aktarmakla yetindi: “Bana mikrofonu uzattıktan sonra hiç soru sormadan ‘Bir şey söyleyin’ dedi…” İşte ne yazık ki mitoloji ile tarih i ayırdedemeyenler ve -daha da kötüsü- bir yapı ile bir kişi arasındaki farkı bilmeyenler basın mensubu olarak halkı “bilgilendirmeye” kalkışabiliyorlar. Sanki Bodrum’da bir “Apollo Dönemi” varmış ve arkeologlar da kalemizde “Moselium’un sarayını” arıyormuş. Bir yazım hatası sonucu adı Apollon’dan Apollo’ya dönüşen tamamen hayali mitolojik varlığın Bodrum tarihinde bir dönemi şereflendirmesi gayretleri belki bir art niyete dayanmıyor ama yüzümüzü kızartmaya yetiyor. Benzer şekilde kral Mausolos ile ona ait olan anıt mezar yine birbiriyle karıştırılmış. Bu arada genel kültür bilgilerinin düzeyinden asla kuşku duymadığım siz sayın okurlarımdan bu gereksiz açıklamalar için özür diliyorum.

 

 

 

Bu aktardığım canımı yakan ufak dikenlerden yalnızca biri. İkincisi de yine yerel bir yayında yer alan ve yerel basının geçmişi ile ilgili bir yazı. Kötü niyetle yazıldığına ihtimal bile vermiyorum ama gerekli araştırma yapılmaksızın, özen gösterilmeden kamuoyuna sunulan eksik ve gerçek dışı bilgiler de canımı sıkıyor. Hangi yayın “en eski”, hangisi “ilk ve tek”, hangisi “sürekli”, hangisi “yabancı dilde ilk” gibi iddiaları hiçbir yayın organına -bizimki dahil- yakıştıramıyorum ve böyle didişmeler kötümserliğimi daha da derinleştiriyor, ancak olaylar burada bitmiyor.

 

 

 

Elimdeki gazeteleri arşivlemeye devam ederken, bir diken daha batıveriyor gözüme: “İtalya’dan Bodrum’a Kardeşlik Teklifi” başlıklı yazıda İtalyan kardeş kent adayı hakkında bir dirhem bilgi verilmiyor. Kentin adı bile yanlış yazılmış. Halbuki internete girip doğru bilgilere ulaşmak hiç te zor değil; en fazla birkaç dakikalık iş…

 

 

 

Böyle vurdumduymazlıklara dair örnekleri çoğaltmak işten bile değil ama yukarıda aktardıklarım beni kasvete boğan nedenler hakkında size bilgi verme açısından sanırım yeterli. Ne var ki durmak bilmeyen yağmurlar ve birbiri ardına saplanan dikenlerin yol açtığı moral bozukluğu beni daha derinlere götürüyor. Çocukluğumdan beri her yıl sonunda yapmaya çalıştığım “amaçlananlar” ile “başarılanlar”ın yalnızca kişisel değil, toplumsal bilançosunu da çıkartmaya zorunlu hissediyorum kendimi. Hüzünlü ve keyifsiz bir halde böyle bir muhasebeye kalkışmak ruh sağlığım için pek yararlı olmayacaksa da bundan kaçamıyorum…

 

 

 

Neyse, 2004 yılında, sıcacık duygularla “köyümüz” dediğimiz Yalıkavak’ta, göreve yeni başlayan yerel yönetime biraz katkıda bulunayım diye, bir arkadaşımız tarafından önerilen ve “ne yapılabilir” düşüncesiyle yola çıkılan, sonradan “sivil forum” diye adlandırılan bir gruba katıldım. Bodrum’da yaşadığım 22 yıllık tecrübeme dayanarak böyle heyecanla kalkışılan, ancak amacı ve yöntemi belli olmayan girişimlerin pek te uzun ömürlü olmadığını bildiğim halde, bu Foruma daha sağlıklı ve verimli bir işlev kazandırmaya yöneldim. Bu yöneliş Tansu Usal ve Ahmet Iğdırlıgil (şžans) gibi bu konularda deneyimli ve camiada saygınlık kazanmış dostlarımın da onayı ile yanda gördüğünüz gibi şekillendi. Ahmet Iğdırlıgil’in girişimiyle Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü tarafından her türlü planlama ve icra için Yalıkavak’a ilişkin vazgeçilmez bilgiler anket yardımıyla toplandı ve kullanıma elverişli bir yayın haline getirilme çalışmaları da halen sürdürülüyor. Ancak, anket sonuçlarının bir araçtan başka bir şey olmadığı gerçeğinin yanı sıra, bu verilerin rasyonel ve yararlı biçimde kullanılacağına dair umuttan başka bir şey de yok şu anda elimizde… Bu mütevazı olduğu kadar da önemli bir başlangıç sayılabilecek anket girişiminin ardından Yalıkavak Sivil Forumu yaz siestasına yattı ve halen uyanamadı –uyanıp uyanmayacağı da şüpheli… Kim bilir belki de rasyonel ve düzenli çalışmak zor geliyor birilerine ya da eski, alışılmış yöntemler daha mı çekici ne? İleride göreceğiz.

 

 

 

Bu yılki muhasebeme giren birkaç unsur daha var, hepsi de Bodrum’la ilgili. Hatırlayan hatırlar, geçtiğimiz 2004 yılında hem Herodot hem Dionysius hemşehrilerimiz hakkında dergimizde yayınlanan yazılarımda, “güneş, kum, deniz ve seks” dışında oluşturulabilecek bir kültürel girişimin ana hatlarını çizip kamuoyuna sunmuştum. Bu çabamı takdir eden birkaç tebriğin dışında hiçbir olumlu tepki alamamış olmam, bu karanlık ve yağmurlu günlerdeki kasvetimi daha da koyulaştırdı ve yazımın başında belirttiğim ümitsizliğe sürükledi beni. Daha önceki yıllarda Bodrum’da giriştiğimiz ve vizyon sahibi olmayan birkaç küçük insanın engellediği kütüphane projesinin başarısızlığı da aklıma gelince hepten kötümserliğe kapıldım.

 

 

 

Ne var ki insanoğlu ümitsiz yaşayamaz. Bu yüzden koyu stratocumulus bulutlarının arasından her an güneşin kendini gösterebileceğine inanıyorum. Kim bilir, belki de yakınlarda beni seven birisinden tatlı bir söz, umut dolu bir şeyler duyarım. Duyar duymaz da bu kara bulutlar yok olup gider. Mutlu yarınlara…

 

 

 

Yazımı umut taşıyan bir ifade ile noktaladıktan sonra Güney Asya’da meydana gelen korkunç felaket karşısında sergilediğimiz utanç verici toplumsal ilgisizlik beni yine karamsarlığa iteledi. İnanmak istemiyorum ama, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" deyimi eğer çoğunluğun gerçek yüzünü gösteriyorsa, ileride ulusça büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığımızda hangi yüzle tüm dünyanın bizimle ilgilenmesini bekleyebileceğiz acaba? 2005’e böyle kasvetli bir "son dakika" notu ile girmeyi hiç istemezdim. Toplumumuzun tez uyanması dileği ile..

 

 

 

Tony Marciniec


Konu Yazarı :

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Bodrum Bienal’e Hazırlanırken

Önceki Yazılar

Bir Zamanlar Mandalinalar

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ