Bodrum’dan Sakız Adası’na

4271 Kez Okundu

Kasım ayının son hafta sonu yakın çevremizdeki Yunan Adaları’ndan Sakız’a gitmek için yola çıktık. Bodrum’dan başlayan ve Güvercinlik, Milas, Bafa Gölü, Söke, Aydın Otoyolu, İzmir’le devam ederek Çeşme’de son bulan bu yol Türkiye’nin en güzel yol güzergâhlarından birisi bence. Hele bir de evden çıkmadan önce dinleyeceğiniz müzikleri doğru seçmişseniz tam bir meditasyon. Bafa Gölü’ne gelmeden önce her zaman yaptığımız gibi Pınarcık köyünde odun ateşinde gözleme pişiren yerlerden birine uğradık ve onların ikramı olan domates, zeytin ile beraber otlu gözlememizi yedik, çayımızı içtik. Hiçbir konfora sahip olmayan, kamyoncuların uğrak yeri olan bu salaş mekânın neden bizim için bu kadar cazip olduğunu yol boyunca konuşacaktık. Siz de eğer seyahat etmeyi seviyorsanız bunu biliyorsunuzdur mutlaka fakat söylemeden geçemeyeceğim: Bir yerde kamyoncular mola veriyorsa orada yemek ve çay molası vermekte tereddüt etmeyin.

Bu küçük moladan sonra yolculuğumuz arka fonda Bafa Gölü’nün şiirsel güzelliği ve kıyılarda kendine besin arayan yabani kuşlar, yol kenarlarında açmış çiçekler, ağaçların pek çoğunda kahverengiden sarıya dönmüş ve kimisi çoktan yerlere dökülmüş yapraklar eşliğinde sürdü. Önce İzmir ve sonra Çeşme’ye vardık. Çeşme otobanında kimsecikler yoktu. Alaçatı yakınlarında, rüzgâr gücüyle enerji üreten onlarca belki de yüze yakın sayıdaki modern yel değirmenleri dikkat çekiciydi.

Çeşme’ye vardığımızda feribot biletimiz ve onların anlaşmalı olduğu Sakız’daki bir otelde 1 gecelik oda kahvaltı konaklama kişi başı 55 Euro tuttu. Feribota binmeden önce arabamızı limanın girişinde bir yere -hiç sıkıntı yaşamadan ve kolayca yer bularak- park ettik. Limanda pasaport kontrolünden geçtikten sonra feribota bindiğimizde saat 18:00 olmuştu bile. Sakız Adası’na varış 45 dakika sürdü. Feribottan otele gitmek için bir taksi tutmak gerekiyordu ve tam biz limandan ayrılmak üzereyken aynı feribotla adaya geldiğimiz bir çift birlikte taksi tutmayı, nasıl olsa aynı yere gideceğimizi söyleyince kabul ettik ve taksiye bindik. Takside sohbetimiz sırasında bizim Sakız Adası’nda pek bir yer bilmediğimizi öğrendiklerinde bize akşam yemeğini beraber yememizi, çünkü gidilecek iyi yerler bildiklerini söylediler. Bu sempatik karı kocanın önerisine hayır demedik.

Otele vardığımızda doğrusu biraz endişeliydim, görmeden bilmeden bir otelden rezervasyon yapmak pek tercih ettiğim bir şey olmadığı için beğenip beğenmeyeceğimizden emin değildim. Neyseki oteli beğendik. Odaları temiz, ferah ve sıcak ayrıca deniz manzaralı idi. Bir çırpıda akşam yemeği için hazırlanıp yeni tanıştığımız dostlarımızla lobide buluştuk. Araba kiralama işini de bu arada hallettik ve ayrı ayrı arabalarımızla değil de tek araba ile beraber gitmeye karar verdik. Unutmadan belirtmeliyim ki otelin lobisinde olsun, limandaki masalarda olsun Türkçe broşürler ağırlıkta idi. Kış aylarında bomboş olan bu adaya Türk turistlerin ziyaretinin epey bir hareket ve canlılık getirdiği aşikârdı.

Yeni tanıştığımız çift bizi tanıyıp bildikleri bir restorana götüreceklerini söylemişlerdi, doğrusu biz de sevinerek kabul etmiştik çünkü Yunanistan’da araba kullanarak veya haritaya bakarak yemek yiyecek bir yer arıyorsanız işiniz çok zor. Yollar çoğunlukla tek yönlü, çok dar ve park yeri sorunu var. Üstelik o adada sadece bir akşam yemeği için vaktiniz varsa rast gele bir yer bulup yemek yemek için girdiğinizde eğer bu bir hayal kırıklığıysa yemek faslı bir felakete dönüşebiliyor, tecrübeyle sabittir.

Direksiyonda ve ön koltukta yeni tanıştığımız dostlarımız, akşam yemeği için yola çıktığımızda yer bulmak konusunda bir sorun yaşamayacağımız için sevinçli idim. Fakat meydanda bir kaç tur atıp aynı sokaklardan tekrar geçmeye başladığımızda onlar da zaten birbirlerine sormaya başlamışlardı: “Hayatım, buradaydı nereye gitti geçen sefer geldiğimiz o yer?”.

Neyse epey bir “yok oradaydı yok şuradaydı” muhabbetinden sonra otelin bize verdiği broşürdeki yere gitmenin en akıllıca iş olduğuna karar verdik ve hiç değilse haritada yeri belli olan o yere gitmeye karar verdik. Gidebildik de. Deniz kıyısında, harika bir yerdi burası fakat bizden başka hiç kimse yoktu. Bilirsiniz bizde bir restoranda kimsecikler yoksa genellikle orada yemekler ya bayattır veya hazırlanması çok uzun sürer. İşte bu yüzden önce biraz tedirgin olmamıza rağmen, zor bela geldiğimiz bu yerde o saatten sonra akşam yemeğimizi yemekten başka yapacak bir şey yoktu. Deniz ürünleri ağırlıklı akşam yemeğimiz beklenmedik derecede çabuk hazırlanarak çok güzel bir servisle önümüze geldi. Fiyatlar gayet makuldü. Her şey taze ve lezzetine diyecek yoktu. Uzolarımızı keyifle yudumlarken sohbet edecek o kadar çok şey vardı ki, geceye bir tavernada devam edelim dedik. Yeni tanıştığımız bu çift eğlenceli ve samimi insanlardı ve sık sık buraya sadece yemek yemek ve tavernalara gitmek için geliyorlardı.

Bu kez daha önce gittikleri o tavernayı bulabildik ve içeri girdik. Türkçe konuşan garsonlar, çalınan Türkçe şarkılar ve her şey çok güzeldi. Biz Yunanistan seyahatlerimizde neden daha önce hiç bir tavernaya gitmediğimizi birbirimize sorduk. Otele döndüğümüzde böyle güzel bir gece geçirdiğimiz için mutluyduk. Dostlarımızdan ayrılıp penceresinden karşı kıyıdaki Çeşme’nin ışıklarının görüldüğü otel odamıza döndüğümüzde dalga sesleri ninni gibi geldi.

Sabah otelin kahvaltı salonuna indiğimizde gözlerimiz dostlarımız aradı fakat sabah çok erkenden adayı gezmek için otelden ayrılmışlar ve bize iletilmesi için lobiye bıraktıkları notta iletişim bilgilerini yazmışlardı.

Sakızlı reçelleri, zeytinleri ve peynirleri, taze domatesten kurutulmuş domatese kadar her şeyiyle otelin kahvaltısı bir harikaydı. En çok sakızlı fıstık reçelini beğendik. Sonra biz de kiraladığımız arabayla adayı gezmek için yola koyulduk. Gitmek istediğimiz yerleri bir güne sığdırabileceğimiz şekilde Sakız Köyleri ve Nea Moni olarak belirledikten sonra hediye almak için şehir merkezine indik.

Yurtdışı seyahatlerinin en sevdiğim kısmı bu hediye almak işi. Sevdiğim kişilere göre tek tek hediye seçmek için saatlerimi seve seve harca-
yabilirim. Sahilde bir yerde çok güzel bir hediye mağazası bulduk, bu mağazaya bayıldık ve “neden Bodrum’da böyle hediye mağazaları yok?” diye hayıflandık. Her şey sakızdan yapılmıştı; kozmetikler, reçeller, şampuanlar, lokumlar, sabunlar, kahveler ve daha neler neler… Her şeyin sakızdan yapılması, içine bir parça -adada doğal olarak yetişen sakız ağacından elde edilen bir madde olan- sakız konulması demek oluyor.

Sakız Adası küçük bir ada değil. Oldukça dağlık ve virajlı olan Nea Moni manastırı yolunda ikide bir karşımıza çıkan keçilere hayran olduk. Postlarının değişik tonlarda renkleri vardı, çeşitliliği şaşırtıcıydı. Bizi hayal kırıklığına uğratan şey ise “Sakız Evi” mimarisinin artık sadece bir efsaneden ibaret olduğuna tanık olmak oldu. Bu adada tek bir tane bile Sakız Evi mimarisine uyan eve rastlamadık. Betonlaşmaya dayalı kentleşme almış başını yürümüş burada. Anneme götürmek üzere bir sakız sardunyası dalı bulamamak ise tamamen benim kusurum. Bir dahaki sefere ilk işim bu olacak.

Nea Moni manastırı etkileyici bir yer. Civarındaki terk edilmiş evleriyle, taş yapıları ve her an bir yerden bir fısıltı duyacakmışsınız gibi hissettiğiniz atmosferiyle sizi kuşatıyor. Ayrılmak istemiyorsunuz oradan.

Nea Moni’den ayrılıp Sakız Köyleri’ne doğru yola koyulmadan önce bu köylerin kaç km. uzaklıkta olduğunu ve feribota yetişebilmemiz için ne kadar süremiz kaldığını çoktan hesaplamıştık. Yol boyunca sakız ağaçlarından, dallarında siyah tanecikleriyle zeytin ağaçlarından gözlerimi ayıramadım. Etkileyici de bir doğası vardı Sakız Adası kırlarının.
Sakız Köyleri labirenti andıran dar sokakları, bozulmamış Ortaçağ mimarisiyle kesinlikle görülmeye değer yerler. Ne yazık ki çok vaktimiz kalmadığından feribota yetişmek üzere Mesta köyüne şöylece bir göz atıp ayrıldık. Tabii gözümüz arkada kalarak ve “nasılsa yeniden geliriz” tesellisiyle. Feribota bindiğimizde şu kısacık iki günde düşüncelerimizi epey meşgul edecek kadar çok şey görmüş ve öğrenmiştik. Dönüş yolu tıpkı geliş yolu kadar büyüleyici ve Bodrum dönmek için can atılacak kadar özlenen bir yerdi.

Khios İsyanı ve
“Mahruki” Nasuhzade Ali Paşa

Rumların bütün Mora’ya yayılan bağımsızlık kazanmaya yönelik yağma ve saldırıları kısa sürede Ege adalarına da sıçradı. Rum asilerin Sakız Adası’na tecavüzleri, böyle giderse Akdeniz Boğazı’na bile hücum etmeleri muhtemel olduğundan boğaz ve sığınaklar takviye edilerek Kaptan-ı Derya Ali Paşa komutanlığında donanmadan birkaç gemi adaya gönderildi. Dönemin padişahı II. Mahmut idi. 1822 yılı baharında Sakız Adası önüne gelindiğinde eşkıya gemileri, donanmayı görünce firar ettiklerinden kale muhasaradan kurtarıldı. Ayaklanmayı bastırmak üzere görevlendirilen Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın sancak gemisi bu sıralarda Sakız açıklarında iken Avusturya bandıralı bir başka gemi sahilde demirlemişti. Gemi kaptanı, Ali Paşa’yı ziyaret talebinde bulunarak ertesi sabah suları terk edeceğini bildirdi. Bu talep şüpheli bulunsa da kabul edildi. Kısa bir süre sonra limandan ayrılan geminin sahte Avusturya bayrağı kullandığı, bölge ve donanmanın durumunu tespit için gelen Rum asiler olduğu anlaşıldı. Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın ulağı Ömer’in ifadesine göre isyanın mimarlarından Kostantin Kanaris gece karanlığından yararlanıp Ali Paşa’nın sancak gemisi üzerine siyah yelkenli burlota (eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcı maddelerle dolu gemi) sevk ederek yangın çıkardı. Çıkan yangını söndürmek ve gemiyi kurtarabilmek için çabalayan Ali Paşa’nın üzerine bu sırada yanmakta olan bir enkaz parçası isabet etti ve denize düşerek boğuldu. Ertesi gün cesedi Sakız yakınlarında Değirmenaltı’nda askerleri tarafından bulunup kale içinde toprağa verildi. Kendisinden sonra gelen nesli, Nasuhzâde Ali Paşa’nın bu elim kaza neticesinde vefat etmesinden dolayı Arapça “ateşte yanmış” anlamına gelen Mahruki lakabı ile tanınmıştır.

Yunanlıların “Kara Ali” dediği ve Akut’un kurucusu Nasuh Mahruki’nin büyükbabasının büyükbabasının babası olan Kaptan-ı Derya Nasuhzade Ali Paşa’yı şehit eden Kanaris adlı gözüpek Yunanlı denizci, kendi ülkesinin milli kahramanlarından biridir. Sakız Adası’nın en büyük meydanındaki büyük heykel, bu olayın anısına dikilmiş Kanaris’in heykelidir.
Bazı kaynaklara göre Ada’da yaşayan 42000 Sakızlının katledildiği, 50000 kişinin esir alınıp 23000 kişinin sürgüne gönderildiği bu ayaklanma Avrupa’nın önde gelen sanatçılarını da etkiledi. Eugene Delacroix’nın “Le Masscre de Scio” dlı meşhur tablosuna ve Victor Hugo’nun “L’Enfant” şiirine ilham kaynağı oldu.

Sakız Adası

İzmir – Çeşme’ye çok yakın Yunan Adası. Yunan Adaları içinde en büyük beş adadan birisi. Adada yaklaşık olarak kırk beş bin kişi yaşar. Güneyindeki sarp kayalıkların yerini kuzeybatısında turistik sahiller alır. Ege’nin en güzel ve ilginç adalarındandır. İlk Tunç Çağı’ndan beri adada yerleşim vardır. Cenevizliler ve Osmanlılardan sonra bugün Yunanistan yönetimindedir.

Sakız Ağacı

Bitki biliminde Pistacia Lentiscus’un bir alt türü olarak adlandırılan, bodur ağaç şeklindeki bitki bu yöreye özgüdür. Bu bitki sayesinde ada tarih boyunca özel bir öneme haiz olmuş, halkı diğer adalara oranla daha zengin ve refah içinde yaşamıştır.
Sakız ağacından elde edilen reçine petrol esaslı ürünlerin gelişmesinden önce boya, kozmetik ve ilaçların temel maddesi idi. Günümüzde bu reçine sakız, likör, reçel, diş macunu ve pek çok ürünün yapımında kullanılır. Yaz aylarında ağacın gövde kabuğuna çizilen yarıklardan sızan reçine ertesi güne kadar kurur. Kuruduktan sonra toplanır ve tepsilere serilir. Havalandırılıp temizlenerek üretime hazırlanır.

Sakız Köyleri

Sakız Adası’nda 14. ve 15 yüzyılda Cenevizliler tarafından kurulan “Sakız Köyleri” yani “Mastikhokhoria” olarak bilinen 20 küçük yerleşim biriminin adı, ortaçağın en kazançlı ürünlerinden birisi olan ve sadece bu adada yetişen “mastika” yani sakızdan gelmektedir. Cenevizliler bu köyleri korsanlardan korumak için adanın iç kesimlerinde ve ortak bir savunma sistemiyle inşa etmişlerdir.

Nea Moni Manastırı

Khios yerleşim merkezinin 11 km. batısında, dolambaçlı bir yoldan bir dağın yükseklerine tırmanarak ulaşılan bu manastır adeta bulunduğu vadiye gizlenmiş gibi. Bu hisse kapılmamı sağlayan şey coğrafi konumundan ziyade 1822 yılında Osmanlı yönetimine isyan eden Khiosluların yenilgiye uğrayıp saklanmak için buraya kaçmış olmaları fakat yine de manastırda bulunan 600 keşiş ile birlikte öldürülmekten kurtulamayışları sanırım. Öldürülenlerin kemikleri ve kafatasları ziyarete açık olarak sergileniyor. Bir rahibe manastırı olan Nea Moni 1042 yılında Bizans İmparatoru IX. Konstantinus Monomakhos tarafından yaptırılmış. Mozaikleri Yunanistan’ın en güzel mozaiklerindendir.

 

Konu Yazarı : İkbal Çiğdem Damar

Yorumlarınızı Yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Yazılar

Zeytin Güncesi

Önceki Yazılar

Bodrum’u kış aylarında mesken tutan sevimli göçmen kuşlar

En Son Yazılarımızdan Seçmeler

Bodrum’un Sarnıçları

Bodrum’un Sarnıçları Bu yazı Bodrumlife Dergisinin Sonbahar 2022 Sayısında yayınlanmıştır. Yazı: Mimar Sedef Nazan DEVELİ